21 Ekim 2009 Çarşamba

Kadın sesi yumurtlama döneminde daha çekici

ANKARA - Araştırma çerçevesinde, kadınların menstrüel döngülerinin farklı dönemlerinde kayda alınan sesleri her iki cinsten öğrencilere dinletildi.

ABD’de yapılan bir araştırmada, kadın sesinin yumurtlama döneminde daha çekici olduğu gözlendi.

New York Üniversitesi tarafından yapılan ve New Scientist dergisinde yayımlanan araştırma, bu kayıtları dinleyenlerin, kadınların yumurtlama noktasında kaydedilen seslerini çok çekici bulduğunu gösterdi.

Araştırma, menstrüel döngü sırasında cinsel hormonların oranlarını değiştiren doğum kontrol haplarının kadın sesi üzerinde etkisi olmadığını ortaya koydu.

Bu algı farklılığının altında yatan biyolojik mekanizmayı saptamak için daha fazla çalışma yapılması gerektiğini belirten araştırmacılar, değişiklerin kaynağının hormonların gırtlak üzerindeki etkisi olabileceğini düşünüyor

Cinsel Organ Siğilleri

CİNSEL ORGAN SİĞİLLERİ

Cinsel organ siğilleri (cinsel ilişkiyle geçen siğiller veya kondiloma akuminata olarak da bilinir) çok yaygındır. Papiilomavirus nedeni ile ortaya çıkarlar ve genellikle bu rahatsızlığı taşıyan biriyle doğrudan cinsel ilişki yoluyla geçerler. Kuluçka dönemi 1-6 aydır. Bu siğiller vulvada, vajinanın duvarlarında, rahim boynunda veya perineum da (dış cinsel organlarla anüs arasındaki bölge) gelişebilirler. Rutubetli ortamda geliştikleri için, çoğunlukla vajinal akıntıya neden olan bir rahatsızlıkla veya vajinanın olağandışı nemli olduğu hamilelikle birlikte ortaya çıkarlar.
Belirtiler

- Cinsel organda hızla gelişen küçük pembe veya kırmızı şişkinlikler;

- Birkaç siğil bir araya gelerek karnabahar görüntüsü alır.

Teşhis

Doktorunuz genellikle siğilleri görünüşünden teşhis edebilir. Ancak belsoğukluğu ve frengi gibi hastalıklar da siğiller gibi cinsel ilişkiyle geçtikleri için, ihtimaller arasından bunları ayırabilmek için birtakım testler ve kanser ihtimaline karşı da biyopsi yapılması gerekebilir.

Kendi başlarına sadece can sıkıcıdırlar, çünkü tekrarlama eğilimleri vardır. Ama rahim boynu ve rektum kanseriyle birlikte de görülebilirler. Eğer cinsel organlarınızda siğil varsa her yıl Pap Smear testi yaptırmayı ihmal etmeyin.

İlaç Tedavisi

Eğer bir enfeksiyon varsa, doktorunuz bunu tedavi edecektir. Çünkü enfeksiyonla birlikte siğiller de yok olur. Yoksa, doktor siğilleri birkaç defa kimyevi bir boyayla boyar ve bu genellikle siğilleri temizler.

Ameliyat

Eğer ilaç etkili olmazsa veya siğiller tekrarlarsa, doktorunuz cryo operasyonu yapar (Siğili sıvı azotla dondurur). Bu çok kolay ve acısız bir operasyondur. Bazı doktorlar hemen cryo operasyonu yapmayı tercih ederler. Diğer olanaklar elektrikle dağlama ve lazer ameliyattır. Eşiniz de tedavi olmalıdır, yoksa rahatsızlığınız tekrarlayabilir.

Cinsel Organ Siğilleri

CİNSEL ORGAN SİĞİLLERİ

Cinsel organ siğilleri (cinsel ilişkiyle geçen siğiller veya kondiloma akuminata olarak da bilinir) çok yaygındır. Papiilomavirus nedeni ile ortaya çıkarlar ve genellikle bu rahatsızlığı taşıyan biriyle doğrudan cinsel ilişki yoluyla geçerler. Kuluçka dönemi 1-6 aydır. Bu siğiller vulvada, vajinanın duvarlarında, rahim boynunda veya perineum da (dış cinsel organlarla anüs arasındaki bölge) gelişebilirler. Rutubetli ortamda geliştikleri için, çoğunlukla vajinal akıntıya neden olan bir rahatsızlıkla veya vajinanın olağandışı nemli olduğu hamilelikle birlikte ortaya çıkarlar.
Belirtiler

- Cinsel organda hızla gelişen küçük pembe veya kırmızı şişkinlikler;

- Birkaç siğil bir araya gelerek karnabahar görüntüsü alır.

Teşhis

Doktorunuz genellikle siğilleri görünüşünden teşhis edebilir. Ancak belsoğukluğu ve frengi gibi hastalıklar da siğiller gibi cinsel ilişkiyle geçtikleri için, ihtimaller arasından bunları ayırabilmek için birtakım testler ve kanser ihtimaline karşı da biyopsi yapılması gerekebilir.

Kendi başlarına sadece can sıkıcıdırlar, çünkü tekrarlama eğilimleri vardır. Ama rahim boynu ve rektum kanseriyle birlikte de görülebilirler. Eğer cinsel organlarınızda siğil varsa her yıl Pap Smear testi yaptırmayı ihmal etmeyin.

İlaç Tedavisi

Eğer bir enfeksiyon varsa, doktorunuz bunu tedavi edecektir. Çünkü enfeksiyonla birlikte siğiller de yok olur. Yoksa, doktor siğilleri birkaç defa kimyevi bir boyayla boyar ve bu genellikle siğilleri temizler.

Ameliyat

Eğer ilaç etkili olmazsa veya siğiller tekrarlarsa, doktorunuz cryo operasyonu yapar (Siğili sıvı azotla dondurur). Bu çok kolay ve acısız bir operasyondur. Bazı doktorlar hemen cryo operasyonu yapmayı tercih ederler. Diğer olanaklar elektrikle dağlama ve lazer ameliyattır. Eşiniz de tedavi olmalıdır, yoksa rahatsızlığınız tekrarlayabilir.

İlk Gece

İlk Gece

ilk gece; Kadının ve erkeğin beraber yaşamak üzere karşılıklı anlaşma ile oluşturdukları sosyal kurumaa Evlilik denir. Evlilik sevgiyi, saygıyı, cinselliği, mutluluğu ve üzüntüyü dahi paylaşmayı içerir. Bu kurum kadının ve erkeğin sahip olduğu en temel haklardan bir tanesidir.

Evliliğin toplum tarafından kabul görmesi içinde yasalar çerçevesinde onaylanması gerekir. Gelenek ve göreneklerde evliliğin oluşmasını ve yapısını etkilemektedir. Kadının ve erkeğin sosyal yaşamdaki rolleri daha doğar doğmaz yetiştirilme tarzları ile başlar. Bu roller toplumsal ve kültürel farklara göre bazı değişikliklere uğrasalar da temelde aynı esaslardadırlar.

Kadın ve erkek ilişkisindeki en önemli şey kadını kadın ,erkeği erkek olarak kabul etmek ve karşı tarafın istek ve arzularına saygı duymaktır. Çünkü daha evvelde söylediğimiz gibi daha bebeklikten itibaren farklı yetiştirilir ve farklı hissetmeye başlarız

Kadının yapısı itibarı ile daha duygusal olması kolay incinip kolay sevinmesi hormonları ile ilgili olup bu onun annelik yapabilmesi için gereklidir. Kadın adet gördüğü zaman veya gebe kaldığı zaman veya doğum yaptıktan sonra fiziksel olarak eskisine nazaran daha güçsüz düşer. Bunun sonucunda da erkek koruyucu ve kollayıcı olmak zorundadır.

Bir kadının bir erkeğin nasıl düşündüğünü veya bir erkeğin bir kadının niçin farklı davrandığını anlamasına imkan yoktur.

Erkeklerde devamlı sperm ( meni ) üretimi vardır ve bunun depolandığı kesenin kapasitesi eğer hiç boşalma olmazsa yaklaşık dördüncü günden sonra dolar ve sanki idrar torbanız dolduğunda nasıl işeme arzusu duyuyorsanız ve bu ilerledikçe rahatsızlık yaratıyorsa, erkekte eğer boşalmadığı süre dört gün veya daha fazla olursa devamlı kontrolsüzce seks arzusu duyacak sonuçta belki de saldırganlaşacak ve hatta istenmeyen olaylarla karşılaşılacaktır.

Bazen ise doğanın bir savunma sistemi olarak ilişki kuramayan veya masturbasyon yapamayan erkek uykusunda boşalacaktır. Bu gerçeği göz önüne alarak hanımlarımızın eşlerine olan yaklaşımlarına daha iyi değerlendirmelerini istiyoruz ve aralarında olabilecek bazı problemleri cinsellikten uzak durarak onları istedikleri şekilde yönlendirebileceklerini düşünürlerse en yanlış şeyi yapmış olacaklardır.

Kanlı idrar

Kanli idrarin rengi içerdigi kan miktarina göre açik pembeden koyu kirmizi ya kadar degisir. Kanli idrar bulaniktir; cam bir kap içinde bir süre hekletilirse üstte görece duru, altta ise kanli çökelti nedeniyle daha koyu renkli ve hulanik iki bölüme ayrilir. Idrarda kan belirtisi bosaltim sisteminin herhangi bir yerinden kaynaklanabilir. Böbrek taslari, veremi, kötü huylu tümörleri ya da enfarktüsü, akut glomerülonefrit, idrar borusu taslari, idrar kesesi tüm örleri, veremi, taslari ya da basit bir idrar kesesi iltihabi ya da siyek (üretra) taslari ve iltihabi buna yol açabilir. Idrarda kan her zaman gözle görülmeyebilir. Idrarin rengini degistirmeyecek kadar azsa ancak kimyasal deneylerle ya da idrar çökeltisinin mikroskopla incelenmesiyle saptanabilir.

Idrarda kan bulunmasmin en önemli nedenleri;
- Böbrek havuzu papillomu
- Idrar borusu tümörü
- Idrarkesesi divertikülü
- Prostat
- Yirtilma
- Darlik
- Papillom
- Tas

Idrarda kan çogu kez gözle görülebilen bir belirti oldugundan,idrarda kanamanin kaynaklandigi bölgeyi de saptamak olasidir. Bunun için Guyon deneyi denen yönteme basvurulur. Hasta üç ayri kadehe idrar yapar ve kadehlerdeki renk degisiklikleri degerlendirilir. Kanama siyekten (üretra) kaynaklani yorsa idrarda kana bagli renk degisimi ilk kadehte ortaya çikar; buna ilk idrarda kan ya da ilk hematüri denir. Obür kadeh lerde ise berrak sari, normal idrar rengi görülür. Kan idrar kesesinden kaynaklaniyorsa kirmizi renk son kadehte ortaya çikar. Çünkü kan idrar kesesinin dibinde toplanmistir ve isemenin sonunda kesenin kasiln’iasiyla disari atilir. Buna son idrarda kan ya da son hematüri denir. Eger kanama böbrek ya da idrar borusu bölgesinde ise kan idrara bütünüyle karismis olarak gelir ve her üç kadeh de kirmizi renkte görülür; buna da bütün idrarda kan ya da tam hematüri denir.

Ilk hematüri
(Agirlikli olarak ilk kadehte kan)
Siyek kökenli nedenler (tas, iltihap)

Son hematüri:
(Agirlikli olarak üçüncü kadehte kan)
o idrar kesesi kökenli nedenler (tümör, idrar kesesi
veremi, tas, iltihap)

Tam hematüri:
(Her üç kadehte kan)
o böbrek kökenli nedenler (tas. böbrek veremi, kötü huylu tümör, akut glomerülonefrit, böbrek enfarktü
o idrar borusu kökenli nedenler (tas)

Hemoglobinüri

idrarda hemoglobin bulunmasidir. Akut ve yaygin bir hemolizin (alyuvar parçalanmasi) ardindan görülür. Normal kosullarda hemoglobin vücudun savunma mekanizmasini olusturan retiküloendotelyal sistemde parçalanir. Eger alyuvarlar damar içinde parçalanirsa önemli miktarda serbest hemoglobin plazmaya geçer. Ama böyle bir durumda bile iki mekanizmanin etkisiyle idrarda hemoglobin bulunmayabilir. Bu mekanizmalar hemoglobini bilirubine indirgeyen retikuioendotelyal sistem ve hemoglobini süzen böbregin olusturdugu esiktir. Böbrek esigi çok yüksektir ve kandaki serbest hemoglohin düzeyi 100 ml’de 150-200 mg’ye erismeden idrara hemoglobin geçmesini engeller. Henioglo binin idrara geçebilmesi için kandaki düzeyinin çok kisa sürede yüksek bir degere ulasmasi gerekir. Bu durumda retiküloendotelyal sistemin yeterince hizla bilirubine dönüstüremedigi hemoglobin böbrek esigini de asarak idrarla atilir. Hemoglobinüride idrarin rengi morumsu kirmizidan kizil kahverengiye kadar degisebilir. Renk iki pigniente baglidir: Oksihemoglobin ve methemoglobin. Oksihemoglobinin rengi parlak kirmizi, methemoglobininki kahverengidir. Idrarin rengi de bu iki pigmentin göreli yogunluguna bagli olarak degisir. Bazen hemoglobinüri hematüriyle, yani idrarda alyuvarlar bulunmasi yla kari stirilir. Oysa hemoglobinürinin ayirt edici birçok özelligi vardir. Ornegin idrar bu/anik degil, berraktir. Ayrica çökelti incelendiginde idrarda hiç alyuvara rastlanmaz.

Kızlık zarı çeşitleri

Daha detaylı ve tıbbi bir sınıflandırma ise şöyle yapıla bilinir;

— Şekline göre

– Tipik hymenler


- Halka şeklinde hymen (H. annulare)

- Yarımay şeklinde hymen (H. semilunare)

- Dudak şeklinde hymen (H. labiale)

– Atipik hymenler

- Deliksiz hymenler (H. imperforatus)

- Kalbur biçimde hymen (H. cribriformis)

- Kalbur şeklinde hymen (H. septatus)

- Kupa kağıdı şeklinde hymen

— Karakterine göre

– Deliğin karakteri

- Çok küçük delik

- Orta boy delik

- Çok geniş delik

– Serbest kenarın karakteri

- Düz kenarlı

- İnce tırtıklı (H denticulaire)

- Derin çentikli (loblu hymen)

- Çiçek tacı (H corollaire)

- Saçaklı (H fronge)

- Katmerli

— Mukavemetine göre

– Zayıf

- Tül gibi ince

– Sağlam

- Lifli (H fibroze)

- Tendon kıvamında (H tendinoze)

- Kıkırdağımsı (H kartilajinoze)

— Elastikiyetine göre

– Lastik gibi genişleyen

– Elastikyeti hiç olmayan (1,2,3,7,8)

Bunları daha anlaşılabilir olması açısından belli başlı sınıflara ayırırsak genellikle görülen 6 şekil ortaya çıkar.

Annuler (halka şeklinde) kızlık zarı en çok rastlanan şekildir.

* Semilunar (yarım halka veya esnek) kızlık zarının dıştan içe kalınlığı fazla olmadığı için genelde ilişki sırasında yırtılmaz. Ancak doğum sırasında yırtılır.

* Cribriformis (delikli veya elek tarzında) kızlık zarlarının ilişki esnasında yırtılması biraz daha fazla acılı ve zordur.

* Carnosus (etli) kızlık zarı ise kalınlığı fazla olduğundan ilişkide kolay kolay yırtılmayan, bazen ufak bir cerrahi müdahale gerektiren, bazende kanaması çok fazla olabilen tipte kızlık zarıdır.



Annuler kızlık zarı



Semilunar kızlık zarı



Septalı kızlık zarı



Cribriformis kızlık zarı



Fimbriatus kızlık zarı



Carnosus kızlık zarı

Kızlık zarı tamiri - diktirme

Kızlık zarının tamir edilme işlemine himenoplasti ( hymenoplasty ) veya hymenorraphy denir. Bu işlem için ne zaman olacağı veya kaçdefa ilişkiye girildiğinin önemi yoktur. Kızlık zarının dikildiği sadece jinekolog veya adli tıp tarafından incelemeler sonrasında anlaşılabilmektedir.


Kızlık zarı tamiri ( dikimindenden sonra ) kanama olabilmesi %100 garanti değildir. Yırtılmış olan zar’ın tamamen tamir edilmesi ( dikilmesi ) olanaksızdır. Bu zar diktirme operasyonunun hukuki hiçbir ( cezası ) yaptırımı yoktur.

Gerçekten’de 1996 yılında Lancet dergisinde yayınlanan bir makelede kızlık zarı tamiri`nin Mısır’da ilk gece cinayetlerini %80 oranında azalttığı ileri sürülmektedir.
Yeniden elde edilen beraketin bedeli Berkeley Tıp Dergisinde yapılan araştırmaya göre;

Mısırda : 100-600$ arası,
Türkiyede : 100-1500$ arası değiştiği belirtilmektedir.

Her doktor bu ameliyatı yapabilir mi?
Hayır. Pekçok jinekolog bu ameliyatı prensip olarak yapmaz. Ancak Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere dünyanın hemen her ülkesinde bu ameliyatı yapan doktor ve klinikler mevcuttur.

Ameliyat ne zaman yapılmalıdır ?
Bu yapılacak olan ameliyatın türüne bağlıdır. Bazı ameliyatlar ilişkiden bağımsızken bazı tür dikişler evlenmeden 3 gün önce yapılmalıdır. İşlem genelde 30 dakika kadar süren, genel ya da lokal anestezi altında yapılabilen nispeten basit bir operasyondur.

Kızlık zarı

Kızlarda cinsel organlarının (vagina)ın girişini kapatan ve kız olduklarını, evlenmediklerini, herhangi bir erkek tarafından el sürülmemiş olduğunu, belirlemeye yarayan bir zardır. Buna bekaret zarı da denir. Kadın -, erkekle ilk cinsel birleşme neticesinde bu zar yırtılır ve dışarıya bir miktar kan çıkar.
Bir erkek evlenirde kadının kız olarak bulamazsa, bazı hallerde bir şey gerekmez, (zira kızlık zarı, bir şüpheye gerek olmadan, kendiliğinden de bozulabilir. Mesela hoplayıp, zıplama, adet kanamasının çok olması, uzun müddet kız olarak babası evinde beklemesi, ağır bir yük kaldırma veya taşıma gibi nedenlerden dolayı kızlık zarı bozulabilir.


Kadın hastalıkları uzmanlarına göre kadınların adet kanamasının çok olmasından dolayı kızlık zarının bozulamayacağını, ancak esneklik kazanabileceği belirtmişlerdir.

Kızlık zarını bilinçli bir şekilde yırtıldığını anlayan genç kız hiçbir şekilde paniğe kapılmamalıdır. Günümüzde neredeyse ölüm hariç her şeyin çaresi bulunmaktadır, modern tıbbın imkânlarından yararlanarak zarı yırtılmış bayanlar ufak bir ameliyat operasyonu ile bu sorunu halledebilirler.

Ergenlik çağı

Erkek ve kız çocukların, çocukluk devresini tamamlayıp mükellef olmalarına ve kişilik kazanmalarına ergenlik çağı “rüşt, buluğ” denir.


Erkek çocukların ihtilam olması, onbeş yaşını tamamlamış bulunması, kasık ve koltuk altlarında sert, siyah ve kıvırcık kılların çıkması, erginlik çağına gelmiş olmalarının bir işareti olarak kabul edilmiştir. Kız çocukların ise adet görmeleri, hamile kalması, ihtilam olması, göğüs memelerinin çıkması, ergenlik çağı işaretleri sayılmıştır.

Ergenlik çağı, kişinin bulunduğu memleketin iklim durumuna ve her milletin kendi özel yapısına göre değişmektedir. Sıcak ülkelerde ergenlik çağı daha erken yaşta başladığı halde, soğuk iklimlerde daha geç başlamaktadır. Bu sebeple ergenlik çağı 9-18 yaş arasında değişmektedir.

Buluğa eren çocuklar mükellef oldukları için artık çocukluk zamanlarında olduğu gibi, izinsiz olarak her yere giremezler.

Ergenlik çağı

Cinsiyet ve bağımsızlık birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdır. Cinsellik, ergeni, bir eş bulmaya iten biyolojik güçtür ve cinsel yasaklar, bu eşin kendi aile çevresinin dışından seçilmesini gerektirir. Hemen her güçlükte geçerli olan yakınlar arası cinsel ilişki yasağının birden çok anlamı vardır.

Birincisi, cinsel rekabeti olanaksız kılarak aile içinde tehlikeli bir uyumsuzluk kaynağını ortadan kaldırır. İkincisi, değişik aileleri birbirine bağlıyarak toplumsal kaynaşmayı destekler. Üçüncüsü, ergeni aile dışı cinsel deneyim araması için zorlayarak, bağımsız olmaya teşvik eder. (herhangi bir nedenle evde kalan ergenlerin bağımlılıktan kurtulamadıkları ve olgunlaşamadıkları görülmüştür.) bu toplumsal ve ruhsal gerekçelerin arkasında, yakınlar arası cinsel birleşmelerin, ailedeki gensel bozuklukları yoğunlaştırma ve ciddi zihinsel ve fiziksel anormalliler ortaya çıkarma olasılığı anlamında biyolojik gerekçeler yatar.

Ruhsal açıdan cinsel İçgüdünün gelişmesi, duygusal yaşamın önem kazanması ve yeni yeni biçimler almasıyla nitelenir. Ergen sevme yetisi kazanır. Ancak aşkın iki birleştirici unsuru olan cinsel içgüdü ile sevecenliğin bir uyum sağlayarak, karşı cinsten birine yöneltilmesi için belirli bir sürenin daha geçmesi gerekir.

Ana-babayı genellikle büyük kaygılara düşüren ergenlerin cinsel deneyimleri, gerçekte biyolojik bir gerekliliktir. Cinsel deneyim, ergenin bağımsızlığının gelişmesinde bir aşama olduğu kadar, cinsel yaşamı anlama yollarından da birisidir.

Gelişmede cinsiyetle ilgili bilgiler

Birçok kadın adet çevrimlerinin ortalarına rastlayan dönemde karnın alt bölgesinde ortaya çıkan bir ağrıdan yakınır. Aslında bu son derece normaldir ve ağrı yirmi dört saten fazla sürmedikçe (ya da kanama ile birlikte olmadıkça) doktora başvurmayı gerektirmez.

Bu ağrı, her adet çevriminin ortasına rastlayan yumurtalıma sırasında, yumurtalıklardaki gerilmeye bağlıdır. Çoğu kadında hiçbir zaman böyle bir ağrı olmaz, ama olması olumlu bir özellik sayılır, çünkü yumurtanın ne zaman atıldığının, yani kadının gebe kalmaya ne zaman en yatkın olduğunun çok kesin bir göstergesidir.

Yine üreme ile ilgili, ancak ender görülen bir durum da yalancı gebeliktir. Daha çok kadınlarda görülmesine karşılık, eşi bebek bekleyen erkeklerde de görülebilmektedir. Bu durumun aşırı anksiyete yani sıkıntı ve endişe sonucu oluştuğu düşünülmektedir.

Üreme

Cinsiyet birbirinden bazen ayrı, bazen de çözülmez bir biçimde bağlı iki niteliğe sahiptir. Birincisi, salt fizyolojiktir (yeni bir insanın yaratılmasa). Öteki de duygusaldır (iki insanın paylaştığı sevecenlik, sevgi ve tutku). Sevgiye yer vermeden çocuk edinmeyi amaçlayan birkaç insan topluluğu vardı; buna karşılık birçok kütürde çocuk yapmak zorunda kalmadan cinselliği yaşamanın yolları aranmıştır.

Erkek ve dişi üreme organları:

Üreme, ancak bir dişi tohum hücresinin (yumurta) erkek tohum hücresiyle (sperma) döllenmesi sonucunda meydana gelir. İnsanlarda dişi üreme sistemi, yumurtalık tarafından ayda bir kez yumurta üretecek ve dölyatağına yerleşen dölütün orada dokuz ay boyunca, doğuncaya kadar beslenmesini sağlayacak yapıdadır. Erkek üreme organlarının yapısı da sperma üretecek ve üretilen spermayı yumurta ile birleşebilmesi için dişi organına aktaracak biçimdedir.

Dişi üreme organlarının dış kısımlarına toplu olarak vulva adı verilir. Ön uçta, çatı kemiği üzerinde şişkince bir tepecik olan Venüs tepesi bulunur. Venüs tepesinden aşağı indikçe iki küçük kat deri, küçük dudaklar ve onları saran büyük kat deri, büyük dudaklar yer alır. Bunların gerisindeki erkekteki penise karşılık olan önemli bir uyarma karşılığı klitoris bulunur.

Dölyolu ağzı, dudaklar arasında yer alır, dölyolu ağzı genç kızlarda kızlık zarı tarafından hemen hemen kapatılmıştır. İnce bir zar olan kızlık zarı, sert bir hareket yada kazayla daha önceden yırtılabilir ama normal olarak kadının ilk birleşmesinde yırtılır.

Dölyolu birleşme sırasında penisi kavrayan yaklaşık 10 santim metre uzunluğunda kaslı bir borudur. Fışkırma anında ersuyunun boşaldığı yer burasıdır ve sperma, armut biçimindeki 8 cm. uzunluğu olan dölyatağına ulaşmadan önce, dar bir boğazdan ya da boyundan geçmez zorundadır. 10 cm. uzunluğundaki iki dölyatağı borusu dölyatağını, karın boşluğunun korunaklı bölümünde yer alan ceviz büyüklüğündeki yumurtalıklarla birleştirir. Her 28 günde bir bu yumurtalıklarda bir olgun yumurta oluşur ve dölyatağı boruları aracılığı ile dölyatağına gelir. Yumurtalıklar, ayrıca, projesteron ve estojen adlı döllenme için gerikli dişi cinsiyet hormonlarını da üretirler.

Döllenme;

Her ersuyu fışkırtışında erkek 250 milyon kadar sperma çıkarır. Bununla birlikte, bu düz başlı ve uzun kuyruklu, iribaş biçimindeki küçük hücrelerin ancak birkaç yüz tanesi dölyatağı borusunun yukarılarındaki yumurtaya ulaşır ve yalnızca bir sperma yumurtayı delerek yaşayabilecek zigot’u oluşturur. Yumurtanın zarını deldikten sonra sperma, protoplazmaya girerken kuyruğunu ve orta bölmesini yitirir. Baş kısmı şişerek genişler ve erkek önçekirdeği oluşturur. Yumurtanın çekirdeği de benzer değişimlere uğrar ve sonra her iki önçekirdek birbirine kaynaşır. Döllenme böylece tamamlanmış olur ve zigot bir yandan dölyatağı borusundan aşağı inerken, bir yandan da birkaç hücreye bölünmeye başlar. Bu yolculuk bir haftada tamamlanır ve bu arada döllenmiş yumurta 32 yada 64 hücreli bir top haline gelir. Top sıvı ile dolar ve hücrelerin yüzeyi kaplanır. Bu evrede blastosist adı verilen genç dölüt, dölyatağı çeperine takılır. Döllenme meydana gelerek üreme gerçekleşir.

Eğer yumurta döllenmemişse, ortalama her 28 günde bir görülen adet sırasında dışarıya atılan işte bu dölyatağı kaplamasıdır.

AİDS ve Fırsatçı Enfeksiyonların Özellikleri;

AİDS ve Fırsatçı Enfeksiyonların Özellikleri;

Birey ile hastalık yapma gücü olmayan mikropların barış içinde bir arada yaşamaları diye tanımlanan çürükçül beslenme, bu ekolojik denge bozulduğu zaman çeşitli enfeksiyonlara doğru gelişebilir. Eğer mikroplar ancak organizmada bir bağışıklık yetersizliği olduğu zaman hastalık yapıyorsa, bunlara fırsatçı denebilir. İşte

AİDS’li hastalarda ortaya çıkan enfeksiyonların çoğu böyledir.
AİDS lilerde en sık enfeksiyona uğrayan organ akciğerdir (hastaların yüzde 40’ı) ve mikrobu da çoğu zaman Pneumcytis carimii’dir. Bu enfeksiyon iki ilaca uygun cevap verir; trimetoprim-sulfametoksazol karışım ve pentamidin. Ne varki bu ilaçların yan etkileri söz konusudur. AİDS hastalığı sırasında pnömositoz ve bunun nüksetme olasılığı o kadar sık görülür ki, aerosalla uygulanan uzun süreli bir pentamidin tedavisini hastaya önemek bir kural haline gelmiştir. Başka mikroplar da AİDS’linin akciğerine yerleşerek enfeksiyon yapar.
AİDS’li hastaların yaklaşık yüzde 70’inde az veya çok belirgin olarak, sinir sisteminin de hastalandığı tahmin edilmektedir. Ateş, baş ağrısı, bazen felç, hatta komayla kendini gösteren beyin toksoplazmozu, özellikle sık görülür. Teşhis için bilgisayarlı beyin tomografisi en iyi yöntemdir. Bu hastalık asalaklara karşı tedaviye iyi cevap verir. Bir zamanlar çok nadir olan nöromenenj kriptokokkoi AİDS’lilerin beyin enfeksiyonları içinde en sık görülen ikinci enfeksiyondur ve en ufak bir kışkı bile varsa hemen araştırılmalıdır. Tedavinin yan etkilerine dayanmak çoğu zaman güçtür ve uzun sürer, ayrıca enfeksiyonu yenmek ihtimali de azdır. AİDS de beyin ve beyin zarları tüberkülozu da nadir değildir. AİDS ansefaliti, erken bunama tablosuyla belirgin ilerleyici bir beyin atrofisidir. Birçok virüs, özellikle CMV, herpes, hatta beyin hücrelerine karşı büyük bir düşkünlük gösteren HİV bu ansefalite neden olabilir. Körlükle sonuçlanabilecek olan koriyoretinit de AİDS’in sık görülen enfeksiyonlarından biridir. Tevdisi çok güçtür, çünkü saldırgandır ve bir çok defa nüksedebilir.
Ağız kandidozu (pamukçuk) o kadar sıktır ki adeta AİDS’in belirtiler tablosunun bir parçası sayılabilir. Buna bir de yemek borusu kandidozu eklenebilir ve lokmalar boğazdan gereçken yanma duygusu uyandırır. Bu yüzden hasta yemek yemek istemez ve bu, hastalığa özgü olan zayıflamayı daha da artırır. İshal de klasik bir belirtidir, birçok mikroptan ileri gelebilir, ama insan için patojen (hastalık yapıcı ) olduğu ilk defa AİDS de saptanan bir asalak ishal nedenidir. Herpes virüsünden ileri gelen makat ülserasyonları hem sık hem çok ağrılıdır. Çoğu zaman enfeksiyonlar başka akciğerler olmak üzere birçok organa dağılmıştır. Kullanılan antibiyotiklerin etkili olması sayesinde ortadan kalkmak üzere olan verem, şimdi AİDS’in ortaya çıkmasıyla birlikte gene güncelliklik kazanmıştır. Gittikçe daha sık biçimde görülmekte, aynı kişide birçok organda birden belirmekte ve AİDS lilerde adete salgınlar yapabilmektedir. Ve nihayet antibiyotiklerin etkisiz kaldığı birçok vaka birikmektedir. Aynı şekilde cytomegalovirus da karakteristik olarak akciğere, beyne, retinaya ve sindirim borusuna yerleşerek enfeksiyon yapabilir.

Bel Fıtığı

Belimizde 5 adet omur kemiği vardır. Bu kemikler arasında da disk adı verilen kıkırdaklar bulunur. Disk, özel bir bağ dokusu organıdır ve omurganın dayanıklılığına, hareketliliğine ve zorlamalara karşı dirençli olmasına, omurgaya uygulanan şok şeklindeki darbelerin emilmesine ve kuvvetin çevre dokulara dengeli bir şekilde dağılmasına hizmet eder.
Bel fıtığı, beldeki omur kemikleri arasında bulunan ve adeta bir amortisör gibi görev yapan bu disklerin fıtıklaşması sonucu ortaya çıkan bir rahatsızlıktır. Disklerin iç kısmında nükleus pulpozus denen jöle kıvamında yumuşak bir bölüm, bunun dışında anulus fibrozus adı verilen daha sert bir fibröz tabaka, omur kemiklerine bakan yüzlerde ise her iki tarafta son-plak olarak adlandırılan kıkırdak yapılar vardır. Dıştaki tabakanın anatomik bütünlüğünün bozularak içerideki yumuşak kısmın dışarıya doğru taşmasına fıtıklaşma denir. Fıtıklaşan yani dışarıya doğru taşan disk, omurilik kanalı (spinal kanal) içinden veya kendisinin arka-yan tarafından geçmekte olan sinirleri sıkıştırır ve hastalık böylelikle kendisini belli eder .
Ayrıca fıtıklaşmış diskten ortama salınan bazı kimyasal maddeler de sinir köklerini etkileyerek ağrıya neden olurlar.



Omur kemiklerine yandan bakışta normal disk ve
omurilik kanalının içine fıtıklaşmış disk görülmektedir.





Manyetik rezonans fotoğrafında gelişmiş bir bel fıtığı
ok ile gösterilmektedir.





Bel fıtığı gelişirken şekil A’da görüldüğü gibi anulus fibrozus dış liflerinin
bir kısmı henüz yırtılmamış ve disk materyalinin tamamı diskin içerisinde ise
buna kapsamı içerisinde (contained) disk denir. Ancak şekil B’deki gibi
anulus fibrozus liflerinin tamamı bütünlüğünü yitirmiş ve disk içindeki
materyal anulusun dışına taşmış ise buna da kapsamı dışarıya çıkmış
(uncontained) disk adı verilir.



Bel fıtığının gelişimi ve değişik tipleri izlenmektedir. Nadiren
rastladığımız dura içine fıtıklaşma disk materyalinin dura denen kalın zarı
delerek omurilik kanalının içine girmesiyle oluşur. Fıtıklaşan diskin posterior
longitudinal ligament, peridural membran ve sinir köküyle olan ilişkisinin
şekline göre fıtıklaşma; subligamentöz, ekstraligamentöz, submembranöz, transmembranöz veya intraradiküler olarak adlandırılır. Ayrıca ekstrüzyon
veya sekestrasyon tarzında fıtıklaşmalarda disk materyali kafa veya kuyruk
sokumu yönünde yer değiştirebilir. Bu durumda kranial / kaudal uzanımlı
ekstürüde bel fıtığından, kranial / kaudal yönde göç etmiş sekestre
bel fıtığından veya göç etmemiş sekestre bel fıtığından söz edilebilir.

Bel fıtığı tedavisinin sonucu

Tedavinin Sonucu
Bel fıtığına yakalanan hastaların büyük çoğunluğu konservatif tedavi dediğimiz ameliyat dışı yöntemlerle tedavi edilebilmektedir. Fakat cerrahi lüzumluysa bunu da geciktirmemek gerekir, çünkü günümüzde uygun ve yeterli bir teknikle ameliyat edilen hastalarda başarı oranı % 95 civarındadır. Doğru hasta, doğru zamanda, doğru teknikle, doğru ekip tarafından, doğru âlet ve cihazlar kullanılarak ameliyat edilirse başarı şansı yükselmektedir. Cerrahın dikkat ve deneyimi, ciltten itibaren dokulara çıplak gözle müdahale edilmemesi, aydınlatmanın iyi olması, gerektiğinde spinal veya epidural anestezi kullanılarak genel anestezinin devre dışı bırakılması elde edilen yüz güldürücü sonuçların oranını artırırken, komplikasyonları da giderek azaltmaktadır. Ameliyat yerindeki yüzeyel veya derin dokuların iltihabı, yapışıklıklar, epidural nedbe dokusu teşekkülü, dura mater denilen kalın zarın zedelenmesi gibi nisbeten basit komplikasyonların yanında sinir elemanlarının, komşu yapıların, iç organların, büyük damarların zarar görmesi gibi önemli komplikasyonlar ve diğer birtakım istenmeyen olaylar tıpta en ileri düzeydeki merkezler dahil tüm dünyada görülebilmektedir. Anesteziye ait komplikasyonları da unutmamak gerekir. Ancak uygulanan üstün teknik ve elde edilen muazzam deneyimle beraber gerektiğinde genel anestezinin devre dışı bırakılabiliyor olması komplikasyonları en alt seviyeye indirgemektedir. Bütün bunlara rağmen her türlü risk hâlâ sıfırlanabilmiş değildir. Bilim sürekli gelişiyor. Birçok olumlu şey yapılmış olmasına karşılık daha katedilecek çok yolumuz vardır.

Bel fıtığı için eğzersizler

Bel Fıtığı Egzersizler
Genel sağlık açısından olduğu gibi bel sağlığı için de sporun ve sağlıklı iken yapılacak egzersizlerin önemi büyüktür. Bel, sırt, karın adalelerini güçlendirmek; eklem ve yumuşak dokuların esnekliğini artırmak için gerekli spor ve hareketlere ömür boyu devam edilmelidir. Ancak bel fıtığı gelişmesine zemin hazırlayabilecek veya bizzat sebep olabilecek mücadele sporları yerine, yüzme, yürüme ve bisiklet sürme gibi sporlar tercih edilmelidir. Yüzlerce egzersiz hareketi içerisinden de rastgele hepsini yapmak yerine belirli hareketlere öncelik tanınması gerektiğini düşündüğümüzden, bele fazla yük bindirmeyen ve gelişmekte olan bir bel fıtığını ilerletmeyecek en emniyetli dokuz hareketi sizler için seçtik. Hikâyesinde daha önce geçirilmiş bir bel rahatsızlığı bulunan veya bel fıtığına muhtemelen aday olan kimselerin bu hareketleri yapmaları faydalıdır. Ancak egzersizler yapılırken dikkat edilmesi gereken birtakım hususlar vardır:

* Egzersizler havası temiz bir ortamda (hava müsaitse evde pencereler açılabilir) altında sunta veya tahta bulunan halı veya battaniye gibi sert bir zeminde yapılmalıdır. Yumuşak veya deforme olabilen yataklar üzerinde egzersiz ve spor yapılmamalıdır.

* Bel fıtığı rahatsızlığına yakalananlar hastalığın akut ağrılı döneminde bu hareketlere başlamamalı, istirahati tercih etmelidirler. Şikâyetler geçtikten sonra doktora danışılmalı ve egzersizlere ondan sonra başlanmalıdır.

* Egzersizlere başlanınca ilk günden itibaren çok çabuk bir iyileşme beklenmemeli, sabırla hareketlere devam edilmelidir. Hareketlerin sayısı ve tempo gün geçtikçe yavaş yavaş artırılmalıdır. Başlangıçta aşırılığa kaçarak daha kötü bir duruma düşülmemelidir.

Konunun uzmanı olan doktor başka şekilde tavsiye etmemiş ise ilk bir ay her hareket günde beş defa yapılmalıdır. Daha sonra her ay hareketler beşer beşer artırılarak egzersizlere devam edilmelidir.

* Ani ve zorlayıcı hareketlerden uzak durulmalıdır. Sizin için seçtiğimiz dokuz çeşit egzersiz risksiz olup daha çok bunlar tercih edilmelidir.

* Hareketler esnasında veya sonrasında normalde mevcut ağrının artmaması gerekir. Bu yüzden egzersiz sonrası şiddetli ve 15 dakikadan fazla süren bir rahatsızlık ortaya çıkarsa doktora danışılmalıdır.

* Rahatsızlık bir saatten fazla sürüyorsa o hareket egzersiz programından çıkartılmalıdır.

* Bel fıtığı ameliyatı olanlar operasyonun üzerinden üç hafta geçmeden egzersizlere başlamamalı, daha sonra başlayarak her hareketin sayısını yavaş yavaş artırmalıdırlar.

* Bu bilgiler haricinde hastanın kafasında herhangi bir soru oluşursa, uzman doktor hiç tereddüt etmeden hemen aranmalı ve yanlış bir iş yapmaktansa konunun doğrusu uzman hekimden öğrenilmelidir.



1- Sırt üstü yatarken önce bir bacağınızı 90 derece kaldırınız. Sonra aynı hareketi diğer bacağa uygulayınız.



2- Bacaklarınızı uzatarak sırt üstü yatınız. Bir dizinizi kırınız. O dizinizi elleriniz ile kavrayıp göğsünüze doğru çekerken diğer bacağınızı yere yapıştırınız. Aynı hareketi diğer bacakta tekrarlayınız.



3- Sırt üstü yatarak dizlerinizi kırınız. Ellerinizi dizleriniz üzerinde kenetleyip göğsünüze doğru çekerken başınızı dizlerinize değdirmeye çalışınız



4- Sırt üstü yatarken mümkün olduğu kadar bir dizinizi göğsünüze çekiniz, diğerini düz tutunuz. Aynı hareketi diğer bacağa uygulayınız.



5- Ellerinizi dizlerinizin üzerinde kenetleyip bacaklarınızı göğsünüze çekiniz. Bu durumda içinizden 10′a kadar sayınız. Bu esnada omuzlarınızı yerden kaldırmayınız. Daha sonra kollarınızı ve ayaklarınızı serbest bırakınız.



6- Belinizi yere yapıştırarak öylece tutunuz. İçinizden 1′den 10′a kadar sayınız. Daha sonra serbest bırakınız. Bu hareketi tekrarlayınız. Bu esnada nefesinizi normal şekilde alıp veriniz.



7- Ayakta dik durunuz. Ellerinizi masa veya bir iskemlenin kenarına dayayınız. Dizlerinizi kırarak yere çökünüz ve sonra ayağa kalkarak gevşeyiniz



8- El ve dizlerinizin üzerinde dururken kollarınız dik olsun. Önce kedi gibi belinizi çukurlaştırıp 10′a kadar sayınız. Sonra çenenizi göğsünüze doğru çekerken sırtınızı kamburlaştırarak yine 10′a kadar sayınız ve gevşeyiniz



9- nce diz üstü dik oturunuz. Sonra kollarınızı ileriye doğru uzatınız. Mümkün olduğunca öne doğru eğiliniz ve bu vaziyette 10′a kadar sayınız. Tekrar diz üstü oturur pozisyondaki ilk konumunuza dönünüz.

Bel Fıtığı Kimlerde Görülür?

Toplumun çeşitli kesimlerinde bel rahatsızlığı o kadar yaygındır ki, birçok ülkede yapılan istatistiklere göre doktora müracaat nedeni olarak bel ağrısı soğuk algınlığından sonra ikinci sırayı almaktadır. İnsanların yaklaşık % 80′i hayatları boyunca en az bir defa bel ağrısı ile karşılaşmaktadırlar.

Bel rahatsızlığına her yaş grubunda rastlamak mümkündür, fakat bel fıtığı orta yaşlarda daha sık görülür. Hareketsiz bir iş ve hayat tarzı, daha çok oturarak çalışmak, şişmanlık, ağır şeyler kaldırmak, mücadele sporları, bilinçsiz spor yapmak, yanlış oturuş ve duruş alışkanlığı, mesleğini sevmeme, huzursuz bir ortamda ve stres içinde yaşama, sigara ve alkol kullanma, uzun süre otomobil sürme, bedensel faaliyetlere ısınmadan başlamak birer risk faktörüdür. Bu risk faktörleri bir insanın günlük yaşantısında ne kadar çoksa o kişinin bel fıtığına yakalanma ihtimali de o kadar yüksektir. Hele bir de genetik olarak yatkınlık varsa bel fıtığıyla tanışmak sürpriz sayılmamalıdır.Uygun olmayan sandalyelerin üzerinde her gün saatlerce süren bir ofis hayatına mahkûm insanlar bel fıtığının müstakbel adaylarıdırlar.

Bel Fıtığından Korunmak

Günümüzde tıp dev adımlarla ilerlemekte ve birçok hastalığın çaresi bulunmaktadır. Buna rağmen diğer bütün hastalıklarda olduğu gibi bel fıtığına yakalanmamak da en iyisidir. Yani tedbirler hastalıkla karşılaşmadan önce alınmalıdır. Maalesef insanlar sağlık gibi önemli bir nimetin kıymetini ancak onu kaybettiklerinde anlamaktadırlar. Fakat sağlık bir kez kaybedildiğinde tekrar kazanılması çok zor olmakta, bazen de bu mümkün olamamaktadır. Öyleyse sağlığımızın kıymetini hastalanmadan önce bilmeliyiz.

Bel sağlığını korumak için kişi hiçbir zaman çok ağır bir yükü kaldırmamalı, kaldıracaksa mutlak surette dizlerini kırarak yani çömelerek cismi yerden almalıdır. Belden eğilerek kaldırmamalıdır. Hiçbir cismi uzanarak almamalıdır. Meselâ, telefon çaldığında veya raftan kitap alırken uzanmamalıdır. Daima cisimlere yaklaşarak, arada mesafe bırakmaksızın almalıdır. Sağlıklı iken bel ve karın adalelerini güçlendirici egzersizler yapmalıdır. Hareketli bir hayat tarzını benimsemek yararlıdır

Hamilelikte Bel Fıtığı

Bel fıtığının tedavisi bütün dünyada birtakım özellikler arzeder. Hamilelik ise bu konuda bazı zorlukları beraberinde getiren tamamen özel bir durumdur.Hamile bir bayanda ilerleyen aylarda karın içinde büyüyen cenin normalde bele ilave bir yük oluşturur ve belin biyomekaniğini olumsuz yönde etkiler. Fakat cenin yavaş büyüdüğünden dolayı bel ve sırt adaleleri ile destek dokular bu gelişmeye uyum gösterirler ve ön kısımda yer alan ağırlığı dengelerler.

Bu sebeple gebeliğin ilk aylarında yapılacak risksiz ve hafif egzersizler ilerideki aylarda anne adayına büyük avantajlar sağlar. Ancak hamilelikle birlikte bel fıtığı da mevcutsa doktor ve hastanın işi bir hayli zordur. Çünkü zorluk daha teşhis döneminde başlamaktadır. Net bir teşhis için gerekli röntgen filmi çekimleri ve bilgisayarlı tomografi tetkiki bebeğe zararlı olabilecek x-ışınları nedeniyle yaptırılamamaktadır [Mutlak surette gerekli ise manyetik rezonans ile görüntüleme düşünülebilir]. Özellikle ilk üç ayda hastaya ilaç da verilememektedir. Bu dönemde şiddetli bel ve bacak ağrısı bulunan bir hastayla karşı karşıya kalan doktor gerçekten büyük sıkıntı çekmektedir. Ancak bu durumda bile yapılabilecek birtakım şeyler vardır


Bel fıtığı bulunan ağrılı bir hamile hasta öncelikle mutlak sert yatak istirahatine alınmalıdır. İlk üç aydan sonra evde hastanın beline yapılan hafif masajlar ve sıcaklık uygulamaları kısmen de olsa rahatlık sağlayabilmektedir. Ayrıca doktor kontrolünde karın kaslarına yönelik egzersiz programı da uygulanabilir. Mümkün mertebe hasta rahatlatılarak ve fıtığın daha fazla ilerlemesine engel olacak tarzda tedbirler alınarak bu kritik dokuz ayın atlatılması temin edilmelidir.

Doğum esnasında, nöroşirürji uzmanı doktor ile hastayı takip eden kadın hastalıkları ve doğum uzmanı son durumu bir kez daha beraberce değerlendirerek normal doğum ile sezaryen arasında karara varırlar.

Doğumdan sonra hasta tekrar ele alınarak normal şartlarda teşhis ve tedavi metodları uygulanır ve kesin netice de o zaman elde edilir.

Doğum ne şekilde olursa olsun (sezaryen veya normal doğum) doğumdan sonra karın kasları gevşemiş halde olacağından, lohusalık döneminde hasta, karın adalelerini güçlendirici egzersiz programlarına alınmalıdır.

Hamile bir bayanda bel fıtığı varsa ve mutlak surette ameliyat gerekiyorsa, bu girişim spinal veya epidural anestezi ile gerçekleştirilmelidir

POLİKİSTİK OVER SENDROMU (PCOS)

Memorial Hastanesi Tüp Bebek Merkezi'nden Op. Dr. Güvenç Karlıkaya, yumurtlama probleminin önde gelen sebebi 'Polikistik Over Sendromu' hakkında bilgi verdi.


Polikistik Over Sendromu, kadınlardaki önemli bir yumurtlama problemidir. Bu sorun, toplumdaki her 5 kadından birinde görülebiliyor. Bunun için kadınların her yıl düzenli olarak jinekolojik muayenelerini yaptırmaları gerekiyor.

Polikistik Over Sendromu nasıl oluşur?
Kadın vücudunda bulunan iki yumurtalık, bir adet döneminde döllenmeye müsait bir olgun yumurta geliştirir. Bu yumurta gelişimini ve olgunlaşmasını "Follikül" adı verilen içi sıvı dolu bir kesecikte tamamlar. Polikistik Over Sendromu'nda ise birçok yumurta aynı anda olgunlaşmaya çalışır fakat bunu başaramazlar. Sonuçta bir çok yumurta vardır ama bunların hiçbiri gelişip döllenme yeteneği kazanamazlar. Ultrason muayenesinde ise yumurtalıklar, içerisinde gelişmemiş yumurta bulunan bir çok kesecik yani birçok kist şeklinde görülür.

Polikistik Over Sendromu'ndan hangi durumlarda şüphelenilmelidir?
Çocuk sahibi olmak amacı ile tüp bebek merkezlerine başvuran kadınların yaklaşık %20' sinde yumurtlama problemi mevcuttur. Yumurtlama problemlerinin en önde gelen sebebi ise Polikistik Over Sendromu adı verilen durumdur. Özellikle bir kadın düzensiz adet görüyor, tüylenmede artış mevcut ve kilosu da normalin üzerinde ise, bu sendromdan kuvvetle şüphelenilmeli, gerekli muayene, ultrason ve tetkikler yapılarak durum açıklığa kavuşturulmalıdır.

Polikistik Over Sendromu'nun sebebi nedir?
Hastalığın gelişim mekanizmasında karbonhidrat metabolizmasını düzenleyen "İnsülin" hormonunun da etkili olduğu düşünülmektedir. Zira bu hastalar aynı zamanda kilolu kişilerdir. Aşırı kilo ise insülin direncine sebep olur. İnsülin direnci gelişmesi Polikistik Over Sendromu'nun tetikleyici nedenlerinden biri olabilir.

Hastalık nasıl tedavi edilir?
Tedaviyi planlarken öncelikle bu hastaların diyetisyen gözetiminde ideal kilolarına inmeleri sağlanmalıdır. Gerekirse insülin direncini kırmak için şeker hastalarında kullanılan "Metformin" ilaç tedavisi bu dönemde kullanılabilir. Tıbbi tedavi ve kilo kaybı sonucunda adette önemli oranda düzelme olabilmekte, yumurtlama probleminin ortadan kalkmasıyla bazen gebelik kendiliğinden oluşabilmektedir. Ancak bu işlemlerden sonra adet düzensizliği devam ediyorsa, yumurtlamayı uyaran ilaçlar ve hormon iğneleri uygulanabilir. Bu takipler sonucu gelişen yumurtalardan normal ilişki önerilerek veya aşılama yöntemi ile gebelik oluşturulmaya çalışılır. 3-4 kez yapılan takip ve aşılama ile gebelik elde edilememiş ise tüp bebek yöntemine geçilmesi önerilir.

Polikistik Over Sendromu kendini farklı bir karakterle gösterebilir mi?
Bazen ultrason muayenesinde yumurtalıkların görüntüsü Polikistik Over Sendromu gibi izlenebilir. Bunu gerçek Polikistik Over Sendromu ile karıştırmamak gerekir. Adetler düzenli olabilir, kilo fazlalığı ve tüylenmede artış olmayabilir fakat yapılan ultrason muayenesi sonucu yumurtalıkların polikistik görüntüde olduğu ifade edilebilir. Böyle durumlarda da 1 yıl korunmasız düzenli ilişkiye rağmen gebelik oluşmuyorsa mutlaka bir merkeze başvurulmalıdır.

Polikistik Over Sendromu olan kadınlara neler önerilir?
Polikistik Over Sendromu olan kadınlara gebelik sonrası da jinekolojik takipleri bırakmamaları ve yıllık muayenelere devam etmeleri önerilir. Bu hastalarda ileri yaşlarda şeker hastalığı başta olmak üzere bazı hastalıkların gelişimi söz konusu olabilmektedir. Bunu önlemek için aşırı kilo alımı engellenmeli ve gerekirse ilaçlarla düzenli adet görmeleri sağlanmalıdır.

5 Ekim 2009 Pazartesi

Çıban

Ciltte, genellikle kalça, koltuk altları, ve ense gibi kaba etlerde çıkan iltihaplı, sert şişliklerdir.


Belirtileri;

Şişlik, ağrı, kırmızılık ve ateş gibi şeylerdir.

Tedavi:

Et ve ayaklarda meydana gelen yara ve çıbanlar için bal ile un karıştırılıp lapa halinde çıban üzerine konulduğunda çabucak olgunlaştırıp iyileştirir.

Nergis çiçeği, karaburçak ve bal ile pişirildiği zaman, yaraların kirlerini temizler ve zor olgunlaşan çıbanları delip olgunlaştırır.

İki kalça arasında kan aldırmak, uyluklarda çıkan çıban, uyuz, sivilce gibi hastalıklara, ayrıca nıkris, basur, bacak şişliği, mesane, rahim ağrısı ve sırtta meydana gelen kaşıntıya karşı faydalıdır.

İdrardan kan gelmesi

İdrardan kan gelmesi, böbreklerden süzülerek gelen idrarın toplandığı keseye verilen isme idrar torbası diyoruz, burada toplanan idrar, zaman zaman idrar torbasının kasılması sebebiyle idrar cinsel organlarımızdan dışarı boşaltılır.


Belirtileri:

Bazen beldeki omuzlardan idrar torbasına yakın olan bir yerin darp veya düşme sonucu yok olması sebebiyle mesane çok miktarda idrarı depo edemediğinden ansısın dışarıya istem dışı olarak çıkar, uyku da buna yardımcı olur, çünkü kaslar gevşemiştir. Bu hal çoğu kez çocuklarda ve yaşlılarda görülür. Böbreklerin iflas etmesi veya aşırı soğuk alması idrarın hastalıklı olup kanla karışıp dışarı gelmesi idrar yollarını ve böbreklerini üşütmekten kaynaklanır.

Tedavi:

Ödağacı tozu, idrarını tutamayan kimseler için faydalıdır. Her kim sorgun söğüdü yağını, böbreklerine, kamışına ve kamışın etrafına sürerse, böbrek üşütmelerine ve idrar damlamasına karşı gayet iyi gelir, acur, mesane ağrılarına karşı faydalıdır. Tohumu ise idrarı söktürür, reyhan, idrar yollarındaki şişlikleri iyileştirir.

Bal, böbrek ve mesane tıkanıklaıklarını açar. Şeker kamışı idrarı çoğaltır.
Mekkeayrığı idrarı ve adet kanamasını söktürüp çoğaltır, soğuktan meydana gelen şişlikleri dağıtır, papatyanın suyu içilir veya lapasının üzerine oturulursa, idrarı ve adet kanamasını söktürüp çoğaltır. Bal, tıkanan organları açar, idrarı ve sütü çoğaltır, ağrı ve sızıy dağıtır, mideyi de yıkayıp temizler. Kekik, idrarı ve adet kanamasını söktürüp çoğaltır.

Bademcik şişmesi

Boğazda dilciğin etrafında, burun deliğinin sonu ile dilciğin olduğu yerde kan toplanması, o bölgenin şişmesi ve iltihaplanmasına verilen isimdir. Genel olarak çocuklarda sık sık meydana gelir.


Sebepleri :

Üşütmek, zayıflık, gıdasızlık vb. gibi şeylerdir.

Belirtileri:

Boğaz ağrısı, yüksek ateş. Yutkunmada zorluk. Bademciklerin şişmesi ve kızarması, boğazda şişlik, bazen ağız veya burundan kanama yapması gibi.

Tedavi:

Ödağacının kökü, iyice dövülüp toz haline getirildikten sonra su ile iyice karıştırılır, burnundan damlatılır veya ağızdan verilir.

Ödağacı, yemen şapı ve gül tomurcuğu ile karıştırılıp macun yapılır ve ağız yoluşla alınır.
Bal ile gargara yapılacak olursa, boğaz şişlikleri, boğmaca, bademcik ve boğaz iltihaplarına karşı gayet faydalıdır. Ebegümeci vücuda ve boğaza yumuşaklık verir.

Günümüzde basit bir ameliyatla bademciklerini aldırmakta mümkündür.

Nefes darlığı

Nefes darlığı genellikle göğüsteki bir hastalıktan dolayı nefes alıp vermemekte çekilen güçlüklere verilen isimdir.


Sebepleri:

Toz, Duman, Şişmanlık, astım hastalıkları gibi nedenleri sayabilir.

Nefes Darlığı için faydalı bazı maddeler:

Bal, nefes darlığı için gayet faydalı bir ilaçtır. Sade olarak kullanıldığı gibi, nar ve benzeri maddelerle karıştırılarak ta kullanılabilir.

Süt içmek vücudu şişmanlatır. Öksürük ve nefes darlığı gibi hastalıklara karşı da faydalıdır.
Çörekotu, dövülüp bal ile karıştırılarak yenilirse, nefes darlığı için gayet faydalıdır. Çörekotundan bir defasında yarım dirhem (1.6 gram); bir günde ise iki (6.4 gram)dan fazla alınmamalıdır.
Çörekotunun yağını içmek nefes darlığı için faydalıdır. Turp, nefes darlığına faydalı olup, midede hazma da yardımcı olur. Ekşi maddeler, sinirlere ve nefes darlığına zararlıdır. Sabursuyu, nefes tıkanıklığını giderir.

Bal, gargara yapılmak suretiyle nefesi açar, felç ve yüz felcine iyi gelir soğuktan meydana gelen bütün hastalıklara karşı şifadır.

Göz hastalıkları

Gözün beyaz ve etli kısmında meydana gelen kanlı ve ateşli şişlik ve benzeri şeylerle iltihaplanmalar olur. Toz, duman, aşırı sıcak veya bir darbenin sonucu gözde ağrılar olur.


Göz hastalıkları için faydalı bazı maddeler:

Tuzlu su, sürme gibi göze çekildiği zaman, gözde meydana gelen fazla eti giderir. Habis yaraların yayılmasını da önler. Sürme çekmek, göze faydalı olup, gözün görme gücünü kuvvetlendirir. Göz sinirlerini sağlamlaştırır, gözün sağlığını korur. İçine misk karıştırılarak yapılan sürmeler ise bilhassa yaşlı kimseler ve gözlerinde zayıflık olanlar için en iyi göz ilacıdır.

Altın tozu, göz hastalıkları ile ilgili ilaçların içine katıldığı zaman, gözü parlatır ve görme duyusunu kuvvetlendirir. Göz hastalıklarının bir çoğuna karşı gayet iyi gelir. Bütün organları kuvvetlenilir. Zencefil yenilerek ve göze sürme gibi çekilmek suretiyle kullanılırsa, rutubetten meydana gelen göz kararmasına karşı faydalıdır.

Sabursuyu damlası, beyne ve göz sinirlerinde meydana gelen safralı artıkları temizler. Mantar suyu, İsfahan sürmesi ile karıştırılır ve bununla göze sürme çekilirse, en iyi göz ilacı olur. Göz kapaklarını güçlendirir, görme gücünü kuvvet ve keskinlik yönünden artırır, gözü gelecek hastalıklardan korur, göz nezlesini de giderir.

Akgünlük göz kararmasını giderir. Misk gözün beyazını parlatır ve rutubetini emir, gözdeki ve bütün organlardaki ağrı sızıyı dağıtır.

Farekulağı otunu devamlı koklayan kimsenin gözlerine su inmez. Çivit tohumu ile sürme çekildiği zaman, göze inen suyu çözümler ve göze iyileştirir. Acımarul suyu ile göze sürme çekildiği zaman, gözdeki perdelenmeye karşı faydalıdır.

Kabak kabuğu, sıcak özellikli göz şişliklerine ve yine sıcak özellikli nikris ağrıların karşı faydalıdır.

Sara

Beynin damarlarının tıkanmasıyla, bazen da kötü ruh ve düşüncelerin tesiriyle meydana gelen bir hastalık denilmiştir. Sıvımsı yapışkan ancak kalın bir sıvının, beynın bazı yerlerini tıkaması ile meydana gelir. Bu durum his ve hakaretin beyne ve diğer organlara ulaşmasını yine bir nebze önlemektedir.


Beyin kendisi için zararlı olan bu maddeyi dışarı atmak için kasılmaya başlar, bunu tüm organları içine alan bir büzülme takip eder, bu durumda insanda duracak güç kalmaz, yere düşer ve çoğu kez ağzından köpükler gelmeye başlar. Bu hastalık, musallat olduğu kişilerde uzun müddet kalması ve bilhassa yirmi beş yaşında sık görülmüştür.

Tedavi:

Çörekotu bu tip hastalara karşı gayet faydalıdır.

Psiklojik bir hekime başvurulmalı ve beyin ile ilgili fiziksel tedaviyi aksatmamalı.

Kemik iliği iltihabı

Kemik iliği iltihabı, kemikte, bakteriler ya a mantarlarla oluşan bir enfeksiyondur. Akut yada kronik olabilen enfeksiyon, kemiğe kırıklar, kirli yaralar ya da cerrahi girişim sırasında yerleşir,


12 yaşın altındaki çocuklar, özellikle risk altındadır. Antibiyotiklerin bulunmasından önce ise hastalık, kemikte biçim bozukluklarına ve topallığa neden olabilmekteydi.

Nedenleri:

Bakteriler kemiğe, cerrahi girişim sırasında ya da açık kırığın (kemiğin kırık ucundan dışarı çıktığı durum) bir komplikasyonu olarak yerleşebilir. Ancak iltihap başka bir yerden, kan yoluyla da gelebilir. Bu yol, “hematojen yayılma” olarak bilinir ve kemik iliği iltihaplarının yüzde 90 ‘ından sorumludur.

Kemik iliği iltihaplarının çoğunun etkeni stafilokok türü bakterilerdir. Bu bakteriler çıban ya da apse gibi deri enfeksiyonlarından kanla kemiğe taşınırlar. Daha ender rastlanan bakterilerse, yeni doğan bebekler ya da lösemi gibi kan hastalığı olan, enfeksiyonlara dayanıksız kişilerde kemik iliği iltihabına neden olabilirler.

Belirtileri :

İlk belirtiler, etkilenen bölgede ağrı, şişlik ve irin oluşumudur. Ancak kemik sert bir yapı olduğundan, ancak kemik sert bir yapı olduğundan, şişlik içinde kalır. İrin oluşumu kemikte apansız basınç artışı yaratarak çok çabuk, bazen bir gecede ortaya çıkan şiddetli ağrıya neden olur. Bazen de kusma görülür; ama her zaman ateş vardı.

Enfeksiyon, uzun kemiklerin, diz ve dirsek çevresi gibi büyüyen uçlarını etkiler. Bunun nedeni, oralardaki atardamarların toplardamarlara açılmayışıdır. (bunlara end-arter” denir). Oraya kadar gelen bakteri kemiğe takılıp kalır. Kemik iltihabı yerleştiğinde, irinin oluşturduğu basınç kan akışını engeller ve kemiğin bazı bölümleri ölür. Zamanla irin deriye açılarak boşalabilir.

Tedavi:

Akut Kemik iliği iltihabının başlangıç evresinde tedavi edilmesi gerekir. Bir kez ölü kemik dokuları ortaya çıkarsa, kronik kemik iliği iltihabının yerleşmesi kolaylaşır.

Hastayı hastaneye yatırmak gerekir. Doktorlar enfeksiyona neden olan bakterinin saptanması için kan örnekleri alırlar. Antibiyotik, önce damardan sonra ağızdan verilir. Bazen da ameliyatla kemiklere ufak delikler açılır. Bu işlem enfeksiyonun yarattığı basıncı kaldırıp hastayı rahatlatır. Ayrıca doktorlara irini inceleyerek, verdikleri antibiyotiğin bakteriler üstünde etkili olup olmadığını anlama fırsatı verir.

Kronik kemik iliği iltihabı tedavilerinin de yalnızca antibiyotik yetersiz kalır. İltihaplı ve ölü kemik dokusunun ameliyatla alınması gerekir. Eğer kemik iliği iltihabı çok yayılmışsa, söz konusu organın ampütasyonu, yani kesilmesi gerekebilir.

Kist nedir

Kistler, bedenin çeşitli yerlerinde oluşabilen, içi sıvı, bazen de katı madde dolu olan keseciklerdir. Değişik büyüklüklerde olabilirler.


Kistlerin çoğu selimdir. Başka bir deyişle, kendileri büyürler, ama çevre dokulara yayılma, onları istila etmezler. Vücuda yayılmaz, onları istila etmezler. Öteki dokuları da istila edenler habistir(kanser)
Kistler evde tedavi edilemez. Kanser tehlikesi olduğundan, aşağı yukarı bütün vakalarda, kistin türünün ve doğasının doktor tarafından belirlenmesi gerekir. Çoğunlukla ameliyatla çıkarılır ve laboratuarda incelenir.

Kistler genellikle deri, kemik, meme, gözkapağı, böbrek, karaciğer ve yumurtalıklarda görülür. Bazen iki ya da daha fazla bölümlü olurlar. Birçok küçük kistin bir araya toplanmasına polikist (çok kist) denir.

Nedenleri:

Kist ya da şişlik, çoğunlukla bilinmeyen bir nedenle, apansızın oluşur.

Bazı kistler, beden gelişmesindeki bir bozukluk nedeniyle oluşurlar. “dermoid kist” olarak adlandırılan kist türü, bazı deri hücrelerinin derialtında gömülü kalması sonucu ortaya çıkar. Zamanla bu hücreler sıvı salgılarlar ve bölgede kist ortaya çıkar.

Polikistik böbrekte ise, böbrek borucukları, sağlıklı bir boşaltım sistemi oluşturacak biçimde bağlantı yapmamış olduklarından, idrar gerektiği gibi boşaltılamaz ve birikerek borucukları şişirip kistler oluşturur.

Belirtileri:

Kistin belirtileri, türüne ve bulunduğu yere göre değişir. Kist derialtındaysa, hasta bir şişlik hisseder. Kist yumurtalık gibi bir iç organdaysa karında duyarlılık ya da genel bir şişme görülür. Kist büyüdükçe komşu organlar sıkışır.

Çoğu vakada hekim, elle muayenede kisti hisseder ya da röntgenle ve radyoizotop tarama yöntemleriyle doğrudan görür. Bazı kistler, iyice şişmiş olduklarından, üstlerine bastırıldığında ağrıya yol açarlar. Deri yüzeyine yakın bir kist, elle bastırıldığında, yumuşak bir topun bastırılmasına benzer bir duyum yaratır.

Erbezlerini çevreleyen derideki kistler (hidrosel gibi) sıvı içerirler ve ışığa tutulduklarında, erbezlerinin ışığı geçirmesine karşılık-, rahatlıkla görülürler.
“translüminasyon” denilen bu yöntemle kistin konumu ve boyutları kesin bir biçimde belirlenir.

Sonuç:

Kist kanser değilse, çıkarıldığında yinelemez. Ancak bazı selim kistler de yineleyebilir. Yeni kistler oluşursa (sözgelimi memede olduğu gibi), her birinin yapısı ve doğası yönünden incelenmesi gerekir.

Makat çıkması

Kalın bağırsağın son kısmının dışa çıkmasına denir.

Nedenleri:

Kalın bağırsakta şişlik olması eğer böyle olursa yerine getirilmesi zordur, adalelerin gevşeyip sarkması vs. gibi şeylerdir.


Tedavisi:

Bağırsaklardaki şişliklerin tedavisine çalışılmadır. Hasta kimse, içine kabızlık yapıcı ilaçlar atılan, leğen veya küvet içinde sıcak su içine oturtulmalıdır. Yumuşatıcı yağlar ve merhemler de sürülür.

Mersin ağacının tozu veya yaprağı pişirilip lapasının üzerine oturulduğu zaman, makat ve rahim çıkmalarına karşı gayet faydalıdır.

Mide ve bağırsak iltihapları - iltihabı

Herhangi bir sebeple mide içinde meydana gelen iltihaplar, genellikle , hazımsızlık, üşütmek, soğuk yiyecekler ve içecekler, fazla baharat kullanmak ve çok yemek yemek gibi şeylerden olabilmektedir.


Belirtileri:

Midede yanma meydana gelmesi, midenin ekşi bir şekilde kokması, şişkinlik ve kusma baş göstermesi, hafif mide ağrıları vs.gibi şeylerdir.

Tedavisi:

Hafif, müshil ilaçlarla mideyi boşaltmak. Gün boyunca bir şey yememek, aç durmak, az ve hafif gıdalar almak. İnek sütü ve bal şerbeti içmek. Acı ve baharatlı gıdalardan sakınmak vs. gibi en güzeli de inek sütü içmektir, çünkü yağı azdır. Süt, mide ve bağırsakları normal bir şekilde yumuşatır. Bal ile şerbet yapılıp içilirse, mide ve bağırsaklardaki iltihaplı yaraları, kokuşmuş unsurlardan temizler.

Safra kesesi

Karaciğerde asılı bulunan bir kesedir. Karaciğerin ifraz ettiği safra sıvısını depo edip olgunlaştırır ve yoğunlaştırır, sindirimi yardımcı olmak üzere mide ve bağırsaklara bu sıvıdan yeteri kadar gönderir.

Safrakesesi Taşları

Safrakesende zamanla oluşan küçüklü büyüklü taşlara verilen isimdir.

Faydalı bazı maddeler

Turp suyu idrarı çoğaltır, safra taşlarına, öksürük nöbetlerine, nefes darlığına ve adale romatizmalarına karşı da faydalıdır.

Yaş üzüm besin değeri bakımından zengin olup, safrakesesi ve böbreklerde taş oluşmasına engel olur.
Ketenyağı, safrakesendeki küçük taşları parçalar, bağırsak yaralarına karşı da faydalıdır.
Hindibaba; karaciğerin ifraz ettiği safrayı düzene sokar, böbrekleri, dalağı ve safrayı temizler, sinirleri de uyarır.

Kedi tırmığı hastalığı

“Kedi tırmığı hastalığı” olarak adlandırılmasına karşılık, bu hastalığın tek sorumlusu kediler değildir. Hastalığa, bedene bir yara yoluyla giren bir virüsün neden olduğu düşünülmekteydi. Bu ise, bir kedi tırmığı ya da ısırığıyla olabileceği gibi, bir diken ya da kıymığın batması, çiğ et keserken kazayla oluşan bir kesik, hatta böcek sokmasıyla da olabilir. Önemli olan mikrobun bir konaktan ötekine aktarılmasıdır.


Belirtileri;

Yaralanmadan birkaç gün sonra, ufak, kırmızı bir şişlik oluşur. Bu şişlik belli belirsizdir; önemsenmez, hatta farkına varılmadan geçebilir. Bazı ender durumlarda baş verir, biraz irin salgılayarak kabuk bağlar. Bir ya da iki haftada iz bırakmaksızın iyileşir. Ama bu sırada, bölgesel lenf düğümleri büyür ve hassaslaşır.

Kedi tırmığı hastalığının sık görülen yerlerine göre şişen lenf bezleri

Lenf bezleri bedenin her yanında bulunur. Görevleri hastalıkla savaşarak yayılmasını önlemektir. Bunlara “bölgesel lenf bezleri “ denilir, normalde ele gelmezler ama derialtındakiler bir hastalık nedeniyle etkinleştiklerinde kolaylıkla hissedilir.

Kedi tırmığı hastalığında, mikrobun giriş yeri eldeyse, dirseğin hemen üstündeki lenf bezleri; yara önkoldaysa, koltukaltındakiler; yüzdeki yaralardaysa boyun lenf bezleri şişer. Bunlar en sık görülen yerleşimlerdir, ama tırmık göze yakınsa kulağın hemen önündekiler, bacakta ise kasıktaki bezler büyürler.

Söz konusu bezler, sıyrıktan bir iki hafta sonra büyüyüp hassaslaşırlar, hasta birkaç gün kendini çok yorgun hissedebilir, ayrıca hafif bir ateşi olabilir, çocuklarda bu ateş genellikle yüksektir ve çocuğun yatakta kalması gerekir: bazen bezi örten deri kızarır; ender olarak da deriden irin çıkışı olur. Bezler iki ile sekiz haftalık bir s süre boyunca şiş ve hassas kalırlar; sonra normale dönerler.

Tehlikeler;

Bazıları ciddi olan çoğu hastalık, lenf bezlerinin büyüyüp hassaslaşmasına neden olur. Bu nedenle, doğru tanıya varmak önemlidir. Şiş bir lenf bezine (halk arasında “beze “ de denir) rastlandığında hemen bir doktora görünmek gerekir.

Bazen; başka hastalıkların söz konusu olup olmadığının anlaşılması için kan tahlili gerekir. Ancak ne yazık ki, kedi tırmığı hastalığı için çabuk sonuç veren belirli bir tahlil yoktur. Bu nedenle doktorun tanı koyması uzun süre alabilir.

Tedavisi;

Kedi tırmığı hastalığının tedavisinde en önemli nokta sabırdır. Hastalık kendiliğinden geçer, ama bazı doktorlar oluşabilecek irine engel olması umuduyla antibiyotik verebilirler. Eğer ateşli dönem hastayı yoruyorsa, dinlenmesi gerekir; bunun dışında, okul ya da işten geri alınmayı gerektirecek bir neden yoktur. Çoğunlukla yaralı bölge izbırakmadan düzelir, ama bazen çok hafif bir iz kalabilir. Lenf bezleriyle kalcı hasar görmeksizin normal büyüklüklerine dönerler.

Dizanteri nedir ?

Dizanteri nedir? Dizanteri, ishalle birlikte görülen bulaşıcı ve salgın bir kalın bağırsak hastalığıdır. Yaşlılarda, küçük çocuklarda ve Bebeklerde dizanteri çok daha tehlikelidir ve ölümlerle dahi sonuçlanabilir.

Dizanteri Belirtileri:

Başlıca belirti sık ve kanlı ishaldir. İştahsızlık, şiddetli karın ağrısı ve ateş de görülebilir. Kimi durumlarda ishale bulantı ve kusma da eşlik edebilir.

Dizanterinin nedenleri:

Dizanterinin başlıca nedenleri kirli su ve iyi yıkanmamış yiyeceklerdir. Bu nedenle su, el ve gıda temizliğine özen göstermek gerekir.

Dizanteri Nasıl Bulaşır?

Kirli su ve besinler yoluyla bulaşır. Okul gibi kalabalık ortamlar hastalığın bulaşması için uygun ortamlardır. İki çeşit dizanteri vardır:

Amipli Dizanteri:

Vücuda mikrop girmesinden 10-21 gün sonra hastalık belirtileri ortaya çıkar. Hastada kanlı ishal, ateş, karın krampları, kilo kaybı ve halsizlik görülür.

Basilli Dizanteri:

Mikrobun vücuda girmesinden 2-7 gün sonra belirtileri ortaya çıkar. Hastalığın salgın halini almasında kara sinekler başrolü oynar. Hastada; kanlı ve balgam kıvamında ishal, karın ağrısı, halsizlik ve ateş görülür. Yapılacak ilk iş; hastayı diğer insanlardan ayırarak hastalığın yayılmasını engellemektir.

Dizanteri Tedavisi:

Tedavi için öncelikle hastalığa neden olan etkenler ortadan kaldırılmalıdır. Antibiyotik tedavisi uygulanabilir. Bazı durumlarda da antibiyotik şikayetleri arttırabilir. Bu durumda doktor uygun tedavi yöntemi ile tedaviye devam eder. Özellikle yaşlılarda, küçük çocuklarda ve bebeklerde sıvı ve mineral kaybının telafi edilmesi hayati önem taşır.

Hertürlü soru, sorun ve tedavi için doktora danışmayı ihmal etmeyin.

Ani yüz kızarması

Ani Yüz Kızarması Nedir?

Kişinin kendi kontrolünde olmayan sempatik sinir sisteminin bir bozukluğudur.

Ani Yüz Kızarması Belirtileri: En önemli belirtisi yüzün aniden kızarmasıdır. Yüzdeki kızarıklık boyun kızarıklığı, baş ve kulak kızarıklığı şeklinde yayılabilir.

Ani Yüz Kızarması Nedenleri: Temelde sinir sistemindeki bir bozukluktan kaynaklanan ani yüz kızarıklığı, durduk yerde ortaya çıkabileceği gibi genellikle, sosyal ortamlarda kendini gösterir. Bu nedenle, nedeninin daha çok psikolojik faktörlere dayandığını söyleyebiliriz. Zaten çoğu durumda, hastada sosyal fobi görülmektedir. Sosyal fobi, ani yüz kızarıklığına neden olabilmekte, yüz kızarıklığı da sosyal fobiyi tetiklemektedir.

Ani Yüz Kızarması Tedavisi: Tedavi için öncelikle yüz kızarmasının nedenleri tesbit edilmelidir. Varsa, sosyal fobiyi yenmek, ani yüz kızarıklığının tedavisinde önemlidir. Kişi sosyal ortamlarda kendini rahat hissettiğinde yüz kızarması da azalacaktır. Ayrıca, ameliyat ve klips tedavisi de uygulanmaktadır. Yüzdeki kızarıklığa neden olan sinirlerin ameliyatla yakılması çeşitli yan etkilere neden olabildiği ve geri dönüşü de olmadığı için ameliyat önerilmez. Klips yöntemi ise sinirleri baskı altına alarak kızarıklığın önüne geçmeye çalışır.

Aslında ameliyat ve klips tedavileri, yüz kızarıklığına neden olan unsurlara yönelik değil sonuca yöneliktir. Bu nedenle, bu tedavilerden önce varsa sosyal fobiyi yenmek daha önemlidir. Bu hastalığa yakalananların en önemli sorunlarından birisi de sadece kendilerinde böyle bir şikayetin olduğunu düşünmeleridir. Oysa ki, pek çok kişi bu durumla karşı karşıyadır. Bunu bilmek, kişiyi biraz olsun rahatlatmaya yardımcı olacaktır.

Kangren

Bedendeki bütün dolular, canlı kalabilmeleri için gerekli olan besin ve okjiyeni kan dolaşımından alırlar. Kan akışını azaltan ya da damarı tıkayan her şey kangrene neden olabilir.

Nedenler;

Atardamar hastalıklarının en yaygını damar sertliğidir (arterioskeroz). Genellikle damar çeperinde kolesterol birikmesiyle olur ve daha çok bacak ile kalp atardamarlarını etkiler. Şeker hastalığı, yüksek tansiyon ve sigara, damar sertliğini artırır. Bacaklarda kan dolaşımı eksikliğinin ilk belirtilerinden biri, yürürken baldır kaslarında ağrı olması ve bu ağrının dinlenince geçmesidir. Ayaklar soğur ve hastalık ilerlerse, bacaklarda dinlenirken de ağrı olur. En sonunda kan akımı öylesine azalır ki dokular canlı kalamaz. Bu, kangrenin başladığı dönemdir. Kan, parmaklara ulaşmak için daha fazla yol aştığı ve damarlar daha küçük olduğu için, kangren genellikle ayak başparmaklarından başlar.

kangren, kollarda ve bacaklarda yaralanma yada soğukta donma sonucu kan akışının kesilmesiyle de oluşabilir.

Belirtiler ve Tehlikeler;

Bacak atardamarlarında hastalık varsa kangren kendiliğinden ortaya çıkabilir, ama genellikle derideki hafif bir iltihapla ya da hasarla başlar.

kangrenin başlamasıyla deri kızarır ve parlak bir görünüm alır. Bastırıldığı zaman beyazlaşır ve yeniden pembeleşeceğine birkaç saniye beyaz kalır, sonra bölgenin rengi solar; önce koyu kırmızı, sonra mor, daha sonra da siyaha dönüşür.

Bacaklardaki ciddi damar hastalıklarında, önce iltihaplar oluşur. kangren daha sonra ortaya çıkar. Bu durumda kan akışı , dolayısıyla da iltihapla savaşacak akyuvarlar daha azdır.

Tedavi ve korunma;

kangren bir kez oluştuktan sonra, kan akışını canlandırmak ve durum tersine çevirmek olanaksızdır. Ya kangrenli alanın kuruyup düşmesi beklenir (mumyalaşma’diye bilinir) ya da ağrıyı durdurmak ve iltihabın yayılmasını önlemek için ilgili bölüm kesilir.

Sigara içenlerde ciddi atardamar hastalıkları, içmeyenlere oranla daha sık görülür. İlk belirti olan yürürken baldırların ağrıması, sigarının bırakılması için bir işarettir.

İltihaplı olmayan kangrene “kuru kangren” denir, iltihaplı olan kangrene ise “yaş kangren “ adı verilir. Yaş kangrende doku şişer ve bölgede irin olabilir. Ciddi atardamar hastalıkları olan kişiler ayak sağlığı uzmanına başvurmalı, evde pedikür yapmamalıdırlar. Küçük bir kesik kangren yol açabilir. Küçük bir kesik kangrene yol açabilir.

Sinir hastalıkları

Yüce Allah beyni, his ve hareketin kumanda merkezi olarak yaratmıştır. Beyinden bütün vücuda sinirler çıkarmıştır, diğer organlara his ve hareket bu sinirlerle ulaşır. Bu sinirlerden bir kısmı göze gider ki bunlara göz sinirleri denir ve görme bununla tamamlanır. Bir kısmı da kulağa gider, işitme bununla gerçekleşir. Bir kısmı burun deliklerine gider, bununla koku alma temin edilmiş olur. Dil, tad alma işlemini kendisine ait bu sinirle tamamlar.

Belli başlı sinir hastalıkları; menenjit, migren, baş ağrıları, beyinde apsenin oluşması, en çok da trafik kazalarında meydana gelen travmalar nedeniyle oluşan hastalıklardır. Bunların yanında doğuştan gelen hormon bozuklukları sayılabilir. Aşırı ihtiyarlıkta görülen hafıza kaybı ve endişe, korkunun yarattığı günümüz Türkçesinde “alzaymır” hastalıklarını sayabiliriz.

Sinirleri yumuşatıcı bazı maddeler

Kaymak; tabiatı, sinirleri, safradan meydana gelen sert şişlikleri ve balgamı yumuşatır. Sorgun söğüdü tohumunun yağı, sinir sertleşmesine karşı faydalı olup, yumuşatır.

Karın rahatsızlıkları

Karın içindeki organların etkinlikleri sürüp gider, ama bağırsakların gurultusu dışında, organların çalışması ayrı ayrı hissedilmez. Organları tek tek hissedemediğimiz için de, bedenin başka bir bölümüyle bağlantılı belirtiler vermedikçe, rahatsızlıkların farkına varamayız. Sözgelimi mide ülserinde ağrı yalnız midede hissedilmez; karnın üst bölgesine ulaşan sinirler nedeniyle, orada da duyulur.


Rahatsızlığın nedenine bağlı olarak karın ağrılarının yeri, türü ve şiddeti farklılık gösterir. Bu özellikler nedeniyle ağrılar, doktorların tanı koymasını sağlayan değerli ipuçları sayılırlar. Ağrılara çoğunlukla bulantı, kusma ve ishal gibi belirtiler de eşlik eder. Karın içi organlarının hastalıkları, omuz ve belge gibi bedenin başka yerine yayılan ağrılardan da tanınabilir.

Karın ağrıları, neredeyle herkesçe bilenin bir rahatsızlıktır. Genellikle fazla yeme, kabızlık gibi nedenlerden kaynaklanır, ama bir hastalığın belirtisi olabileceği de unutulmamalıdır. Bu yüzden ağrı kesicilerle geçiştirilmeye çalışılması yanlıştır.

Yabancısı olmadığınız ya da nedeni belli olan rahatsızlıklarda tıbbi yardım istemeden önce 48 saat bekleyebilirsiniz, ama apansız başlayan şiddetli karın ağrılarından dişinizi sıkıp davranmaya çalışmanız ya da ağrı kesicilere ve müshile başvurmanız doğru olmaz. Birkaç saatten fazla süren şiddetli ağrı, özellikle karın şişmişse ve dokununca daha çok ağrıyorsa, dışkıda kan ya da katran benzeri maddeler varsa, hemen bir doktora gitmeyi gerektirir. Bu çok önemlidir; ciddi bir hastalık belirtisi olabilir.

Güneş Çarpması

Güneş Çarpması
Güneş çarpması özellikle yazın çocuklarda görülen bir hastalıktır. Her ne kadar çocuklarda görülme sıklığı fazla olsa da büyüklerde de görülen güneş çarpması tedavi edilmediği taktirde ölüm veya ciddi sağlık kayıplarına varan sorunlar doğurabilmektedir.


Nsanlar sıcak kanlı canlılardır. Bunun anlamı her daim vücut ısımızın sabit kalması demektir. Vücudumuz ısı dalgalanmasını dengede tutmak için ter bezleriile donatılmıştır. Bu ter bezleri kan yoluyla vücuda yayılan ısıyı ter sıvısına aktarır oradanda bu sıvıyı dışarıya salgılayarak vücudun fazla ısısını dışarıya aktarmış olur. Bu olaya terleme denmektedir.

Her ne kadar terleme olayı vücut ısımızı düşürüyor olsada bazı durumlarda vücut ısısının düşmesi mümkün olmaz.

Çok sıcak günlerde doğrudan güneş altında bulunmak,
Isı kaynaklarına yakın çalışmak,
Vucudun ateşini artıran hastalıklar
gibi durumlarda vücut ısısını düşürmek için ter bezlerinin çalışması yetersiz kalmaktadır.

Güneş çarpması:

Güneş çarpması doğrudan gün ışığıaltında uzun süreli kalanlarda görülen bir sağlık sorunudur. Gün ışığını alan vücudun ısı dengesi bozulur ve çeşitli yan etkilerle kendini gösteren güneş çarpması meydana gelir.

Güneş çarpmasının belirtileri.

Yaz aylarında fazlaca güneş altında kalan kişilerde

Şiddetli baş ağrısı,
Bulantı,
Kusma,
Yüksek ateş
Gibi bulgular güneş çarpmasından şüphelenmemiz için yeterlidir.

Güneş çarpması durumunda ilk yardım.

Her şeyden önce hasta serin bir yere taşınmalıdır.
Vücudunu sıkan giysiler mutlaka gevşetilmelidir.
Başa, kasıklara ve koltuk altına suğuk kompres uygulanmalıdır. (eğer ateş aşırı yüksekse ve düşürülemiyorsa bütün vücuda ıslak uygulanması çok yerinde olacaktır.)
Hastanın havadar bir yerde olması da önemlidir.
Hastanın bilinci yerindeyse içecek bir şeyler verilmeli ve kaybedilen su ve tuzlar yerine konmalı.
Hasta kusuyorsa baş yana çevirilmeli.

Güneş çarpması durumunda bunları yapmayın.

Hastanın bilinci yerinde değilse içecek vermeyin.

Alkol koklatmayın.

Alkollü ve gazlı içecekler vermeyin.

Katı yiyecek çok tehlikeli sonuçlar doğuracaktır. Kesinlikle hastaya yiece vermeyin.

Çocukların güneş çarpmasından korunması için neler yapılmalıdır?

Sabah 10:00 ile öğleden sonra 15:00 arasında çocuklarınızı doğrudan güneş ışığında bırakmayınız.
Çocuğunuza gölge kuralını öğretin “gölgen senden küçükse güneş altında kalma” telkinini sık sık işleyin.
Koruyucu giysilere önem verin.
Koruyucu krem olarak kaliteli malzemeler kullanın.
Su ve beyaz kum gün ışığını yansıtan faktörlerdir. Kumsallarda iken korunmaya ayrıca önem verin.

Ketentohumu

Genel olarak

Keten 30 ila 100 cm boyuna ulaşabilen bir yıllık bir bitkidir. Aslında yabani keten in kültüre alınmasıyla tarımı mümkün olmuştur. Özellikle Akdeniz havzasında yetişir ve yayılım gösterir. Tepeye doğru dallanan yeşil bir gövdeye sahip olan keten ucu sivri olan uzun yapraklara sahiptir. Çiçekleri gök mavisi renginde ve oldukça gösterişlidir. Meyveleri yaz sonlarında olgunlaşır. Meyveler içerisinde 2 adet tohum barındıran sivri yapılı kahve renklidir. Bu bitki özellikle ılıman karakterli iklimleri sevmektedir. Kireçli topraklarda yetişen keten bitkisi tohumları sayesinde üretilebilmektedir.



Keten tohumu neden değerlidir?

Keten tohumunun;

Kolesterolü düşürdüğü, felç ve kanser için iyi bir destek gıdası olduğu,
Sindirim sisteminde mide ve bağırsak iç duvarlarını temizlediği ve
Genelde kabızlığa iyi geldiği,
Özellikle de unutkanlık gibi rahatsızlıklara birebir olduğu bilinmektedir.
Yukarıdaki sayılanlardan farklı olarak keten tohumu;

Kan şekerini ayarlamada,
Bazı deri hastalıklarının iyileştirilmesinde
Bazı yaraların daha çabuk iyileşmesi için destekleyici gıda olarak
Kemik ve destek sistemin kuvvetlendirilmesinde
Bazı solunum yolu rahatsızlıklarında
Deri ve organların dış yüzeylerini örten dokuların yenilenmesine yardımcı olmasında uzun zamanlardan beri kullanılmaktadır.

Keten tohumunun kullanıldığı yerler nerelerdir?


1- Omega–3 içerir hem de yüksek oranda.

Öncelikle ketentohumu yüksek oranda Omega–3 içermektedir. Omega–3 bilindiği üzere daha esnek bir yağ asidi içerir buda hücre zarının daha akışkan olmasını sağlar. Akışkanlığı artan hücre zarında proteinler birbirleriyle daha iyi etkileşime girer. Aslında keten tohumunun hücre zarıyla ilgili rahatsızlıklara iyi gelmesinin esprisi yapısında bulunan Omega–3 yağda yatar. Yukarıda verilenlere dikkat edilirse deri ve iç organların üzerini örten zarlarla ilgili hastalıkların tamamına iyi gelmektedir keten tohumu.

Özellikle balık sevmeyenlerde ve dahası vejetaryenlerde eksikliği önemli olan Omega–3 lerin yerine konulması açısından keten tohumu çok değerlidir.


2. Zayıflatıcıdır.

Keten tohumu ve keten tohumu yağı iki önemli sebepten dolayı zayıflatıcı etkiye sahiptir. Bunlardan birincisi insana tokluk hissi veriri ve yeme dürtüsünü baskılar. İkincisi ise bağırsakların ve sindirim sisteminin daha düzenli ve iyi çalışmasını sağlar.



3- B12 vitamini içermektedir

Yine dışarıdan alınması gereken önemli temel maddelerden birisi de B12 vitaminidir. Bu vitamin açısından oldukça değerli olan keten tohumu yine vejetaryenler için önemli bir besin olmaktadır.


Keten tohumunu nasıl tüketmeliyiz?

Keten tohumunu; yağ şeklinde, taneler halinde veya infüzyon(demlenmiş) şekilde alabilirsiniz.

Öğütülmüş haldeki keten tohumu eğer bir kap içerisinde barındırılmaktaysa yaklaşık 1 ay kadar tazeliğini korumaktadır.

Yok, eğer tohum şeklinde keten tohumu aldıysanız bir bölümünü nemli pamuk arasına alınız ve çimlenmesini bekleyiniz. Eğer keten tohumları çimleniyorsa bilin ki almış olduğunuz keten tohumu tazedir ve rahatlıkla tüketilebilir. (uyarı: Çimlenen keten tohumlarını tüketmeyiniz. Onları atınız )

Diğer yandan yağ halinde tüketilecek olan ürün de güvenilir kanallardan alınmış olmalıdır.


Tane halinde keten tohumu

Bu şekilde alınan keten tohumunun özellikle sindirim sistemini düzenlediği bilinmektedir. Ancak sert tohumlar dişlerle tam öğütülemez ve sindirimi az olur. Genelde 1–1,5 çorba kaşığı sıcak suyla ıslatılarak yoğurt vb yiyecek maddeleriyle karıştırılıp tüketilebilir.


Yağ halinde

Eğer keten tohumu yağı alacaksanız; özellikle küçük şişelerde ve güvenilir yerlerden almalısınız. Aldığınız bu yağı Işık, ısı ve ağır kokulu ortamlardan korumalısınız. Keten tohumu yağı günde 1–1,5 tatlı kaşığı alınabilir. Bazı besinlerle birlikte de alabilirsiniz bu sizin damak zevkinize kalmıştır.


Öğütülmüş halde keten tohumu

Bu konuda dikkatli davranmalısınız. Çünkü almış olduğunuz tozun ne zaman öğütülmüş olduğunu bilemezsiniz. Eğer güvenilir bir yerden almıyorsanız size tavsiyem tohum olarak alın ve çimlendirme tekniğiyle tazeliğini kontrol edin.


Sıvı halinde

Bu şekil keten tohumunun demlenmesi(infüzyon) ile elde edilmektedir. Günlük tüketilebilecek miktarlarda kaynamış suya ketentohumu katılarak yapılır. Fazla beklemeden tüketilmesine özen gösterilmelidir.


Keten tohumu ekstratı kapsülleri(keten tohumu kapsülleri)

Keten tohumunun etken maddelerinin çıkartılmasıyla oluşturulan ticari kapsüllerdir bunlar şifalı bitkiler satan yerlerde ve eczanelerde bulunabilir.


Uyarılar!

Keten tohumunu küçük yaşındaki çocuklara vermeyiniz. Eğer kullanmak istiyorsanız miktarını az tutunuz.
Keten tohumunu emziren ve hamile olan bayanlar kullanmamalıdır. Bu konuda yeterli bilgi mevcut değildir.
Keten tohumunun çokça kullanılması bayanlarda selülite neden olmaktadır. Kullanımı abartmayınız.
En önemlisi: Bu bitkiler mucizelere neden olmazlar destekleyicidirler asla ilaç yerine geçemezler. Hastalık hallerinde mutlaka doktorunuza başvurunuz

Romatizma ve kaplıca

Romatizmalar birden fazla çeşit ve şekilde olabilmektedir. Yaşlılık romatizması, doku romatizmaları, eklem romatizmaları bunlardan sadece bir kaçıdır.

Biz makalemizde İltihabi Romatizmadan ve kaplıcalarla ilişkisindan bahsedeceğiz. İltihabi romatizmanın bir adı da Artrit dir. Artrit çocuklarda ve yetişkinlerde görülebilmekle beraber


Bünyede ateş,
Eklemlerde ağrı,
Eklemlerin tutulması,
İştahsızlık,
Özellikle diz bölgelerinde şişlikler şeklinde kendini belli eder.
Genelllikle ateşli ve ateşsiz olmak üzere iki devrede seyreden hastalık sırasında kaplıcalar her durumda iyi gelmeyebilir. Özellikle ateşli devrede kaplıcalar kesinlikle tavsiye edilmez. Bu durumda doktorunuza baş vurarak ateşin düşürülmesini talep etmelisiniz. Ateşin düşmesini takip eden zamanlarda kaplıcalara gidebilirsiniz.

Kaplıcaların iltihabi romatizmaya faydaları kanıtlanmış bir gerçektir. Ateşin düşürülerek kaplıcaya gidilmesi halinde

Eklem ağrılarında azalma,
Ateş ve nabızın sabitlenmesi,
Halsizlik ve iştahsızlığın sona ermesi,
Kansızlık ve kandaki romatizmal atıkların normale dönmesi,
Yeni ağrı nöbetlerinin gelmesinin engellenmesi gibi faydalar görülebilir.

mide ağrıları

Mide Ağrıları:

Mide, sol tarafımızda kaburgalarımızın bittiği yerde karın boşluğunda yer alan bir organımızdır. Ağız ve yutaktan sonra gelen sindirim sisteminin 3. Elemanı olan mide bir takım besinleri sindirmek bir takım besinleri ise bağırsakta sindirilmesi için hazırlamakla görevlidir. Neredeyse bütün bir vücut sistemiyle dolaylı veya doğrudan ilişki içerisinde olan mide sık sık ağrıyabilmektedir.


Mide ağrıları, Gastrit, ülser, mide kanseri, sinir stres ve mide iç dengesinin bozulması gibi nedenlerden dolayı olabilmektedir. Bu nedenlerin hangisinden dolayı mide ağrısının olduğunu anlamak için ağrının ne zaman ve ne şekilde ortaya çıktığına bakmak gerekmektedir. Örneğin yemekten hemen sonra meydana gelen mide ağrıları hasta açken meydana gelmiyorsa mide ülserinden şüphelenilebilir. Ya da yemekten hemen sonra gerçekleşen bir yanmayı takip eden mide ağrıları gastritten şüphelenmemiz gerektiğini bize bildirir.

Gastrit(mide iç zarının iltihabı):

Alkol, sigara, düzensiz beslenme, kafein içeriği fazla olan yiyecekler ve gazlı içeceklerden dolayı meydana gelebilir. Sindirim güçlükleri, yemekten hemen sonra meydana gelen yanma ve takip eden ağrılar, bulantı kusma ve nadiren de olsa mide kanamaları belirtileri arasındadır. Gastrite neden olan etkenlerin önlenmesi, iyi ve düzenli beslenme, B vitamini ve demir takviyesi ve yemeklerden sonra dinlenme hastalığın iyileşmesine yardımcı olmaktadır.

Ülser(mide iç zarında yara):

Sosyal ve psikolojik olarak hassas insanlarda, aşırı yorucu işlerde çalışanlarda, alkol, sigara gibi zararlı maddeler kullananlarda, aspirin ve sürekli ağrı kesici kullananlarda sıkça görülür. Yemekten hemen sonra başlayan ani mide ağrıları mide ülserinin ilk işaretleridir. İlaç tedavisiyle birlikte iyi bir diyet bu hastalığın iyileştirilmesi için şarttır. Diğer yandan zararlı alışkanlıklar terk edilmelidir ve yanlış ilaç kullanımının önlenmesi bu hastalığın iyileşmesi için ön şarttır.

Mide kanseri:

Devamlı kilo kaybı, sürekli iştahsızlık, aşırı sindirim güçlükleri gibi belirtiler kanserden şüphelenmeniz için yeterlidir. Diğer kanserle savaş teknikleri bunda da uygulanır.

Mide İç dengesinin bozulması:

Özellikle alışık olmadığımız yemek tarzları ve özellikle yağ çeşitleri mide iç dengesini bozar genelde yanmayla başlayan bir ağrı mideyi kaplar.

Lazer Epilasyon Hazırlıkları

Lazer-Epilasyon Nasıl Yapılır? Hazırlıkları Nelerdir?
Hazırlık Aşaması: Lazer epilasyonu uygulanacak kişi tedavi öncesinden doktoru tarafından muayene edilerek uygulama yapılacak bölgeyi ve kılları görmelidir. Uzman kişinin önerileri doğrultusunda seanstan 3 gün önce uygulama bölgesindeki kılların kısaltılması seanslarda işlemlerin daha kolay olmasını sağlar.
Nasıl Yapılır:


Lazer epilasyonu önemli olan kıl ve tüy köklerinin tamamen yok edilmesidir. Lazer ışığının cilt rengine ve kıl tipine tam olarak uygun olmaması ısının yeteri kadar etkili olmaması kılı ciltten temizlemese de deri altında yüzeysel bir etki yaratmakta ve bu nedenle aynı yerde tekrar kıl ve tüy çıkabilmektedir.
Bu şekilde olumsuz sonuçlar alınmaması için cilt rengine ve kıl tipine uygun lazer çeşidinin uzman kişi tarafından seçilmiş olması, seansların düzenli uygulanıyor olması gerekmektedir. Unutmayalım ki kılı ve tüyü yakmak ile kıl köklerini yok etmek çok farklı şeylerdir. Kıl kökünün yok edilememesi lazer uygulamasındaki başarısızlık en az bir yıl sonra anlaşılabilmektedir.
Her cilt tipi aynı değildir. Ten ve tüy renkleri insandan insana değişebilmektedir. Koyu renkteki tenlerde tene rengini veren metalin pigmentleri daha fazladır. Kıl ve tüy renkleri değişiklik gösterebildiği gibi yüz ve vücut bölgelerinde de kıl ve tüyün rengi değişiklik gösterebilmektedir. Yüz bölgesindeki kıl ve tüyler daha derin ve daha yoğundurlar. Vücut bölgelerinde ise daha ince ve seyrektirler. Bu nedenle epilasyon uygulanacak bölgede epilasyon türünün seçiminin doğru yapılmış olması gerekmektedir. Seçimin doğru olması kadar uygulamanın da doğru uygulanıyor olması gerekmektedir.
Lazer-epilasyon nasıl yapılır sorusuna cevaben lazer uygulaması yapılacak kişinin epilasyon öncesi dikkat edilmesi gerekenlerden hiçbirini aksatmamış ve epilasyona hazır bir vaziyette olması gerekir. Epilasyon yapılacak bölgedeki kıl ve tüylerin bir makine veya jilet yardımı ile kısaltılır. Uygulamaya tabi tutulacak kişi uygulama odasına girmeden önce lazer ışınlarından etkilenmemesi için gözlük takar. Uygulama yapacak uzman kişi eldiven giymeli uygulama bölgesine lazer darbeleri uygulayabilmelidir. Her lazer darbesi kıl köklerindeki sıcaklık derecesini arttırarak kıl köklerinin yanmasını sağlar ve her uygulamada kılların yok olmasında yardımcı olur.

Böbrek Taşı Tedavisi

Böbrek Taşı Tedavisi:

taşın büyüklüğüne,
taş oluşturan nedenlere,
iltihap varlığına
taşın tekrarlama olasılığına göre planlanır.

Böbrek Taşı 4 mm nin altında ise onda dokuzu, 5–7 mm ise yarısı kendiliğinden düşer, 8 mm nin üzerindeki taşların kendiliğinden düşmesi çok zordur. Hastalara hareket ederek taşlarını düşürmeye çalışmaları önerilir. Düşen taşlarda taş analizi yaparak, taşın cinsi tayin edilir. Hasta idrarını bir pet şişeye yaparak taşı elde etmeye çalışır. Taş analizi, hastalığın nedenini ortaya koymak ve tekrar oluşmaması için alınması gereken tedbirler açısından faydalıdır.
Analiz neticesinde hastaya birtakım diyet önerileri yapılabilir. Günde iki litre idrar çıkaracak kadar sıvı alınmalıdır. Sistin taşı olanlar biraz daha fazla sıvı almalıdırlar. Diyette kalsiyum kısıtlaması faydalı olmaz.
Hipertansiyon tedavisinde kullanılan thiazid gurubu idrar sökücüler, idrardaki kalsiyum miktarını düşürürler. Thiazidlere cevap vermeyen hastalara kemiklere kalsiyum depolayan ortofosfatlar verilebilir. Hastalar doktor tavsiyesi olmadan süt ürünlerini azaltmamalıdırlar.
Kanda ürik asit seviyesi yüksek hastalar günde en az 3 litre su içmeli ve 100 gramın altında et yemelidirler. Yemek sodası ve potasyum sitrat idrarı alkalileştirerek taşın erimesine yardımcı olur.
İdrarda okzalat miktarını arttıran gıdalar alınıyorsa, B–6 vitamini verilir, sıvı alımı arttırılır, kalsiyum sitrat verilebilir.
İdrarda sitrat miktarı düşükse, potasyum sitrat verilir. Narenciye ürünleri ve limonata da faydalıdır.
Böbrek ağrısına aspirin, parasetamol ve ibuprofen türü ilaçlar etkisizdir. Şiddetli böbrek ağrısında Diklofenak sodyum (Diklomek amp), kontramal tablet veya dolantin, morfin verilebilir

Tırnak Batması

El ve ayak tırnakları gün içerisinde altına pislik biriktiren yapılardır. Tırnakların bakımı ve temizliği çok önemlidir. El ve ayak tırnaklarınızı uzatmanız durumunda iç temizliğinin yapılmış olmasına dikkat etmeniz gerekir. El ve ayak tırnaklarının temizliği küçük ve orta sertlikte fırçalarla yapılırsa oldukça etkili sonuçlar verir.

Diğer bir durum ise tırnaklarını uzatmayıp düzenli kesenlerin durumudur. Eğer tırnaklarınızı düzenli kesiyorsanız tırnaklarınızı kesme şeklinize dikkat etmelisiniz.

Fazla kesilen tırnaklar parmak iltihapları ve deformasyonuna neden olurken uzun bırakılan tırnaklar altında pislik biriktirdikleri için sorun olmaktadırlar. Tırnakların kesim şekli ise dikkat edilecek bir başka olgudur. El ve ayak tırnakları farklı kesim teknikleriyle kesilmelidir.

Bir çogumuz ayak tırnaklarının tırnak etine battığından şikayet eder bunun sebebi ayak tırnaklarının yanlış kesilmesidir.

El tırnakları hilal şeklinde kesilirken ayak tırnaklarının batmaması için düz kesilmesi gerekmektedir. Ayak tırnaklarının hilal şeklinde kesilmesi, üzerine yük binen ayak tırnaklarının tırnak etine doğru büyümesine ve tırnak batmasına neden olacaktır.

Ayak tırnaklarının batmaması için alınacak diğer bir önlem de ayak tırnaklarının kesiminden sonra özellikle baş parmaklardaki tırnak köşelerinin altına küçük tamponlar yerleştirmektir. Bu tamponlar pamuklar bükülerek yapılabilir.

Tuz ve Yüksek Tansiyon

Ortalama diyetimizdeki aşırı tuz (sodyum) birçok çalışmanın odak noktası olmuş ve son yıllarda bu konu çok ilgi görmüştür. Bulgular, alışkanlık gereği fazla miktarlarda tuz tüketen insanlarda yüksek tansiyonun(yüksek kan basıncı) daha az tuz kullanan insanlara göre daha sık ortaya çıktığını göstermektedir. Ayrıca, araştırmalar genel olarak yüksek tansiyonu olan insanların, sodyum oranı düşük bir diyet uygulayarak kan basınçlarını düşürebildiklerini göstermektedir. Kan basıncı, kan dolaşımının atardamar duvarlarına uyguladığı basıncı belirtir. Kan dolaşımında daha fazla sıvı olduğu zaman ya da kan damarları daraldığı zaman, basınç daha büyüktür. Ortalama diyetimizde tuz oranı yüksek olma eğilimindedir. Hepimiz yediğimiz tuz miktarına dikkat etmeliyiz. Büyük bir tuz sınırlama çabası yalnızca yüksek tansiyonunuz varsa (ya da eğilimliyseniz) gereklidir. 0 zaman bile, diyetinizdeki tuz miktarını azaltmak, kan basıncınızı azaltmak için atacağınız adımlardan yalnızca biridir. Tuz, yediğimiz hemen hemen tüm bitkilerde ve hayvanlarda vardır. Aslında, vücudumuzun uygun şekilde işlemesi için az miktarda tuz yeterlidir (günde yaklaşık yarım gram, yani yaklaşık dörtte bir çay kaşıgı). Ortalama olarak günde 6 ila 8 gram (2 ya da 3 çay kaşığı) tüketilmektedir. Ancak, günümüzde diyetteki tuza ilişkin yayınlarla bu miktar azalmaktadır. Tuz tüketiminizi sınırlamanız gerekiyorsa, hazırladığınız yemeklerle işe başlayın. Pişirirken tuz kullanmayın ya da çok az miktarda kullanın. Yemek masanızdan tuzluğu kaldırın. Tuz olmayınca yemek lezzetsiz geliyorsa, tatlandırıcı otlar kullanın. Cips ve turşu gibi tuslu yiyeceklerden kaçının. Tuzlu tereyağı ve margarinden tuzsuzlarına geçin. (Mevcut olan ürünlerin lezzeti sizi şaşırtabilir.) Birçok işlenmiş gıdanın büyük miktarlarda tuz içerdiğini unutmayın. Gıda etiketlerini inceleme alışkanlığı edinin. Bu etiketler, bileşenleri miktar sırasına göre listelerler. Sodyumun(tuz) listenin üst sıralarında yer aldığı gıdalardan kaçının. Monosodyum glutamat (MSG), sodyum klorid(sofra tuzu) ve hatta karbonat (sodyum içerir) terimlerini arayın. Ketçap, hardal ve soya sosu gibi tatlandırıcılarda sodyum oranı yüksektir. Hazır çorbalar, et suları, jambon, sögüş et, sosis gibi gıdalarda da tuz içerigi yüksektir.

Tansiyon düşüklüğü

tansiyon, ateşli hastalıklar sırasında, büyük kanamalardan sonra, içsalgı bezi bozukluklarında veya herhangi bir hastalıktan sonrakiiyileşme döneminde düşer. Bazı kadınların aybaşı hallerinde, veyasıcakta fazla ter kaybından sonra veya sinirli kimselerde de tansiyondüştüğü görülür. Devamlı olarak tansiyon düşüklüğü önemli birhastalığın işareti olabilir.


Tansiyon düşüklüğü hakkında bilgi, Tansiyon düşüklüğü nedir? Tansiyon düşüklüğü tedavisi için lütfen bir uzmana başvurun.
Tansiyon düşüklüğü hastalığı hapları ilaçları

Tansiyon Yüksekliği

Tansiyon ya da kan basıncı, kalbin kanı pompalarken damarların cidarında oluşturduğu basınçtır. Bu basıncın normal değerlerin üzerinde olması durumu ise, Hipertansiyon olarak tanımlanır.

Küçük tansiyon ile büyük tansiyon arasındaki fark nedir ?
Kan basıncı sistolik (Büyük tansiyon) ya da kalbin kanı pompalarken oluşturduğu basınç ve diastolik (Küçük tansiyon) yada kalbin kan pompalamasına ara verdiği dönemdeki basınç olarak iki farklı değerden oluşur Normal kan basıncı iki farklı değerden oluşur. Yüksek tansiyon tanısı, aşağıdaki değerlere göre konur.

Tansiyonun normal değerlen nedir ?
Dünya Sağlık Örgütü’nün değerlerine göre kan basıncının normal değerleri büyük tansiyon için 14, küçük tansiyon için 9′dur. Damar içerisindeki kan basıncının bu normal değerlerin üzerinde olması hali yüksek tansiyon hastalığıdır. Aşağıdaki tablo size tansiyonun durumu hakkında bilgi verir.

Hipertansiyon

Hipertansiyon yani halk arasında söylenen şekliyle yüksek tansiyon sık rastlanan bir hastalık mıdır ?
Toplumun % 20’sinde hipertansiyon vardır. 55 yaş üstünde ise bu oran % 50 yükselmektedir. Bu nedenle toplumun her yaş kesiminden bireyler yılda en az bir kez tansiyon kontrolü yaptırmalıdır.

Hipertansiyonun sebebi nedir ?
Hipertansiyonun tek bir nedeni yoktur. Oluşum mekanizmasına göre iki tür hipertansiyon var diyebiliriz.

1.Birincil (Esansiyel) Hipertansiyon: Hipertansiyon vakalarının % 90′ı nedeni bilinmediğinden Birincil Hipertansiyon olarak adlandırılır. Bilinen kesin bir nedeni yoktur.
2. İkincil Hipertansiyon:
- Böbrek hastalığı (böbrek doku ve damarlarında bozukluk)
- Böbreküstü bezlerinin çeşitli hastalıkları
- Bazı ilaçlar (doğum kontrol hapları; kortizon, soğuk algınlığı ilaçları v.s)
- Gebelik
- Beyin tümörü veya kafa içi basıncın artması
- Alkol kullanımı gibi çeşitli nedenlere bağlı olabilir.

Hipertansiyonun belirtileri nelerdir ?
Hipertansiyon çoğu zaman belirti vermez. Bu nedenle dikkatli olmak ve aralıklı ölçüm yaptırmak gerekir. Zaman zaman özellikle ense kökünde zonklayıcı tarzda baş ağrısı, bulantı, kusma, burun kanaması, uyuşukluk, yorgunluk, endişe, kulak çınlaması, bulanık görme veya gözlerde kararma ve fazla idrar çıkarma gibi belirtiler gözlenebilir.

Hipertansiyonun vücuda zararları nelerdir ?
- Ateroskleroz (damar sertliği)
- Beyin kanaması ve felç
- Kalp krizi ve yetmezliği
- Gözlerde görme kaybı
- Böbrek hasarı gibi hastalıklar, kişinin yaşam kalitesini bozar ve ömrünü kısaltır. Bu nedenle hipertansiyon önemle tedavisi gereken bir hastalıktır.

Kimler hipertansiyon riski altındadır ?
Aslında herkes risk altındadır. Ancak daha fazla risk altında olanlar şunlardır:
- Menopoz dönemindeki kadınlar
- Ailesinde hipertansiyon olanlar
- Yaşlılar
- Stres altında olanlar
- Sigara içenler
- Diyabeti (şeker hastalığı) olanlar
- Şişmanlar
- Alkol kullananlar
- Gebelik
- Yanlış beslenme ve tuzlu diyetle beslenenler.

Hipertansiyon tedavi edilebilir mi ?
Hipertansiyon tedavi edilebilir. Ancak tedavisi ömür boyu sürer. Tedavide kullanılan tüm ilaçlar kan basıncını normale çevirir, fakat tedavi kesilirse kan basıncı tekrar yükselir. Bu nedenle tedaviye ara verilmemeli ve yılda en az bir kez doktora kontrole gidilmelidir. Ayrıca düzenli beslenme, az tuz kullanımı, aşırı alkol ve kahve kullanılmaması, düzenli egzersiz ve sigara içilmemesi de tedavinin bir parçası olarak kabul edilmektedir.

tüp bebek tedavisinin maliyeti

Tüp bebek maliyetlerini 3 aşamada değerlendirebiliriz..Tüp bebek uygulamadan önce uygulanan tetkik maliyetleri, ilaç maliyeti ve tüp bebek uygulama ücreti..

Toplumumuzda her ne kadar maliyeti yüksek bir tedavi olarak bilinse de Avrupa ve Amerika ile kıyasladığımız zaman Türkiye’de dolar bazında yaklaşık 5 kat daha ucuz bir fiyat mevcuttur. Hatta bu sebeple yurt dışından Türkiye’ye bu işlemler için başvurular olmaktadır..

Tüp bebek maliyetlerinin hepsi yaklaşık olarak 3500-5000 ytl civarında tutmaktadır.. Maliyet kişinin özelliklerine göre değişebilir. Örneğin yumurtalıkları zayıf çalışan bir bayanda daha yüksek doz ilaç kullanmak gerektiğinden, maliyet doğal olarak artacaktır..

* Op. Dr. Murat ERDEMİR
Jinemed Bursa Tüp Bebek Merkezi
Tüp Bebek Danışma Hattı: 0 224 273 19 81

Kısırlığın nedenleri (erkek/kadın)

Günümüzde kısırlık artık çok nadiren düzeltilemeyecek bir nedene bağlı olabilir. Bunu gerçek kısırlık (sterilite) olarak adlandırıyoruz. Ör: Kadının erken menopoz’a girmesi (35 yaş altında), kadının rahiminin veya yumurtalıklarının ameliyatla alınmış olması, erkeğin hiç sperm üretememesi (azospermi) gibi. Bunların dışında kısır çiftlerde, üreme yeteneği değişik oranlarda azalmış olmakla beraber tedavi ile çocuk sahibi olmak mümkündür.

Kısırlık tedavisine başlamadan önce kadın ve erkeğin detaylı bir şekilde araştırılıp altta yatan nedenlerin ortaya çıkarılması gerekir. Bu araştırmalar sırasında önceden farkedilmemiş bazı hastalıklar ve yapısal değişiklikler de ortaya çıkabilmektedir. Yapılacak tedaviler de bu nedenlere göre planlanır. Bazen başka bir hastalık gebelik oluşmasına engel olabilir ve bu durumun tedavisi ile çocuk sahibi olmak mümkün olur.

KADINDAKİ KISIRLIĞIN NEDENLERİ:

Kadında gebelik oluşmamasının ana sebepleri adet ve yumurtlama düzensizlikleri, endometriozis, polikistik over, erken menapoz, rahim kanallarının kapalı olması veya üreme sistemine ait yapısal bozukluklar olabilir.

* Yumurtlama düzensizlikleri:

Yumurtlama düzensizlikleri, kadın kısırlığının en sık görülen sebebidir. Yumurtlama, yumurtalıklarda gelişip olgunlaşan yumurtaların barındıkları içi sıvı dolu keseciklerden (folikül) atılması işlemidir. Yumurtlama olmaksızın döllenme ve gebelik oluşamaz. Seyrek veya sık adet görme veya hiç adet görememe yumurtlama ile ilgili problemi düşündürür. Ancak düzenli adet gören kadınlarda da yumurtlama düzensizliği olabilir.

* Rahim kanalları hasarı:

Rahim kanallarının kısmen veya tamamen tıkalı olması halinde spermler yumurtaya ulaşamaz. Rahim kanallarına hasar veren olaylar arasında daha önce geçirilmiş karın içi veya üreme organlarına ait enfeksiyonlar, endometriozis, ameliyat sonrası oluşan yapışıklıklar veya geçirilmiş bir dış gebelik sayılabilir.

* Endometriozis:

Endometriyozis, rahimin içini döşeyen ve adet görülen rahim içi dokunun, rahim dışında odaklar halinde bulunmasıdır. Normal yerleşiminin dışında bulunan bu odaklar, zamanla rahim tıkanmasına, veya yumurtlamanın bozulmasına neden olabilir. Endometrioz lu hastaların %70’i kısırlık problemi yaşamaktadır.

* Rahim ağzı (Serviks) faktörü -Rahim faktörü:

İnfertiliteye sebep olan rahim problemleri arasında, şekil bozuklukları, enfeksiyonlar ve mukus kalitesinin iyi olmayışı, rahim ağzında (serviks) veya rahim içinde gelişen polipler sayılabilir. Polip ler iyi huylu, küçük, et beni gibi doku oluşumlarıdır. Kötü bir hastalıkla ilgileri yoktur, fakat bazen gebeliğe engel olabilirler.

Adetin değişik evrelerinde rahim ağzı salgısı (mukus) hormonların etkisi ile miktar ve kıvam olarak değişiklikler gösterir. Mukus, uygun nitelikte olmaması halinde spermin, kadın üreme yollarında ilerlemesine engel olabilir.

* Miyom (myom):

Yapısal olarak iyi huylu rahim tümörleri olan myomlar da, büyüklüklerine, yerleşim yerlerine ve sayılarına bağlı olarak kısırlığa neden olabilirler.

* İmmünolojik faktörler (Bağışıklık sistemi):

Kısırlıkta rol oynayan immunolojik faktörlerin tanısı zor, tedavisi ise sınırlıdır. Kadının servikal mukusunda bulunan sperme karşı antikorlar yani, bağışıklık maddeleri, erkeğin kendi spermine karşı oluşturduğu antikorlar, hatta döllenmiş yumurtanın rahime yerleşmesini engelleyen bağışıklık faktörleri kısırlığın nedeni olabilir.

* Açıklanamayan -Nedeni izah edilemeyen Kısırlık:

Bazen, kadın ve erkekte yapılan muayene ve tetkiklere rağmen kısırlığı izah edecek bir neden bulunamaz. Özellikle bu durum, çiftlerde umutsuzluğa ve hayal kırıklığına yol açmaktadır. Kendileri üzüldükleri gibi, aile ve çevreye karşı bir eziklik hissetmektedirler. Ortada belli bir neden yokken çocuk sahibi olamamak bazan karı kocanın birbirini, hatta ailelerin birbirlerini suçlamasına yol açabilmektedir.

ERKEKTEKİ KISIRLIĞIN NEDENLERİ

Erkekte sperm hücrelerinin üretiminde sayısal azlık (oligosperm), hareket azlığı (astenosperm) veya yokluğu (azosperm), hücrelerin kümelenmeleri (aglütinasyon) gibi nedenler tek başına olabileceği gibi bütün bu faktörler bir arada bulunabilir. Bazen, sperm hücresi, sperm kanallarının tıkalı olması nedeniyle dışarı çıkamaz (tıkanıklığa bağlı azospermi) veya hücre yapımının olmayışı ile ilgili olan yapısal azospermi görülebilir.

Sperm sayı ve kalitesini etkileyen nedenler:

Sperm yapımı ve olgunlaşmasına ait problemler, erkek kısırlığı nedenleri arasında en geniş grubu oluşturur. Sperm hücreleri, yeterli sayı, şekil veya hareket özelliklerinde olmamaları nedeniyle yumurtayı döllemeyebilirler.

Spermatogenez (sperm yapım ve olgunlaşması) üzerine olumsuz etkisi olan birkaç faktör vardır.

* Bazı enfeksiyon hastalıkları üreme organlarını etkileyerek testislerde sperm yapımını bozabilirler. Ergenlik çağından sonra geçirilen kabakulak hastalığının %25 oranında infertiliteye sebep olması en iyi bilinen örnektir.
* Hormonal eksiklikler: Sperm yapımını sağlayan FSH ve LH hormonlarındaki düzensizlikler en sık görülen şeklidir.
* İmmünolojik bozukluklar: Bazı erkekler, kendi spermlerine karşı antikorlar oluşturarak, sperm hareketlerinin bozulmasına veya aglütinasyonlara (spermlerin başlarından veya kuyruklarından yapışarak hareket yeteneğini kaybetmesi) neden olabilirler.
* Varikosel: Testisler skrotum adı verilen torba yapıları içinde bulunurlar. Skrotumdaki venlerin (damarların) varisleşmesi (varikosel) de sperm kalitesini bozabilir. Varikosel, erkek hastalarda %21-41 oranında görülür. Benzer bir durum bacaklarda damarların genişlemesi ile olan varislere benzer. Testiste olduğunda varikosel adını alır. İleri derecelerde ağrıya neden olabilir.
* Çevresel faktörler ve hayat tarzı sperm kalitesini etkileyebilir. Çalışma ortamındaki uçucu gazlar (boya, mobilya, akü sanayi), radyasyona maruz kalma ve bazı kanser tedavileri de geçici veya kalıcı olarak sperm yapımını durdurabilir.
* Genetik olarak bazı erkeklerin Y kromozomunda bulunan gen değişiklikleri, sperm hücrelerinin azlığı veya yokluğuna neden olabilir.

Sperm kanallarında tıkanıklıklar:

Sperm kanallarındaki tıkanıklıklar, spermin geçişine kısmen veya tamamen (oligospermi, azospermi) engel olabilir. Bu durum doğuştan olabileceği gibi daha sonra oluşan enfeksiyonlara ve ameliyat yan etkilerine bağlı olarak da ortaya çıkabilir.

Cinsel ilişkiye ait problemler:

Empotans (sertleşme problemleri) veya erken boşalma, bu grupta yer alan sebeplerdir.

Genetik olarak bazı erkeklerin Y kromozomunda bulunan gen değişiklikleri, sperm hücrelerinin azlığı veya yokluğuna neden olabilir.

Sperm kanallarında tıkanıklıklar:

Sperm kanallarındaki tıkanıklıklar, spermin geçişine kısmen veya tamamen (oligospermi, azospermi) engel olabilir. Bu durum doğuştan olabileceği gibi daha sonra oluşan enfeksiyonlara ve ameliyat yan etkilerine bağlı olarak da ortaya çıkabilir.

Cinsel ilişkiye ait problemler:

Empotans (sertleşme problemleri) veya erken boşalma, bu grupta yer alan sebeplerdir.